Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak, yarım yüzyıllık görüşme sürecinin en ilginç ve (aslında) ironik yanı, uyduruk kavramların peşinden koşulmasıdır. Bu kavramların en ilginci “tek egemenlik” denen saçmalık; diğeri “siyasal eşitlik”tir.

TEK EGEMENLİK DENEN UYDURUK VE SAÇMA KAVRAM

Tek egemenlik konusunu bu sayfaya çok taşıdım. Asla kabul edilmemesi için de savaşım verdim. Sonunda 11 Şubat 2014 Belgesi’nde “ironik” bir biçimde yer aldı. O belgeye göre kurulacak federal ortaklık, “BM Şartı çerçevesinde tüm Birleşmiş Milletler üyelerince yararlanılan ‘egemenlik’ şeklinde tanımlanmış tek egemenliğe sahip olacak ve (bu egemenlik) Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerden eşit olarak neşet edecektir.

Bir daha okuyun lütfen. 11 Şubat Belgesi’ne göre tek egemenlik denen uyduruk kavram, Birleşmiş Milletler üyelerince yararlanılan “egemenlik” demektir. Yani literatürdeki adı “egemenlik”tir, “tek egemenlik” değil! 11 Şubat Belgesi, bu ifade ile “tek egemenlik” denen kavramın uydurukluğunu tescilliyor gibidir.

11 Şubat (2014) belgesinden sonra, bu konu kapanmış görünüyor. Daha doğrusu, bizim taraftan zaman zaman çıkan cılız sesler dışında, artık konu ile ilgili tartışmalar görünmüyor ve şimdilik buzdolabında o şekli ile duruyor.

SİYASAL EŞİTLİK KAVRAMINA GELİNCE….

Gelelim siyasal eşitlik kavramına!

Önce “eşitlik” nedir ona bakalım: Her şeyden önce eşitlik “mutlak” bir içeriğe sahiptir ve bu özelliği ile “özgürlük” kavramından farklıdır. İçeriğinde ve özünde “farksızlık” vardır, “benzerlik” vardır, “denklik” vardır. Oysa (şu anda devrik) görüşme masasındaki siyasal eşitlik, BM’nin öngördüğü bağlamda “etkin katılım”dır ama eşitlik etkin katılımla sağlanmaz. Katılım, katılımcılık bambaşka bir şeydir ve doğrudan eşitlikle ilgili değildir.

(Devrik) Görüşme sürecinde siyasal eşitlik; dönüşümlü başkanlık, senatoda eşitlik, bazı konularda ayrı çoğunluk, hükümette ve diğer kurullarda “en az bir Türk üyenin” oyudur. Güncel tartışmalarda ise, konuşulan yalnızca hükümette ve diğer kurullarda “en az bir Türk üyenin” oyudur. Ve son dönemlerde sadece bu söylenmekte, federal çözüm yolunda tek engelin “siyasal eşitlik” bağlamında, hükümette ve diğer kurullarda “en az bir Türk üyenin” oyunun olması konusu olduğu algısı yaratılmaktadır. Böylesi “siyasal eşitlik,” aslında, özünde ve temelde “eşitlik”ten “külliyen” yoksundur; bununla eşitlik sağlamaz.

56 YIL ÖNCE VE GÜNÜMÜZDE SİYASAL EŞİTLİK:

HİÇ DEĞİŞMEYEN MENTALİTE VE HEDEF

Şimdi gelin 56 yıl öncesine gidelim. 1963 yılına! Makarios’un, ortak Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının 13 maddesinde değişiklik istemesi konusuna! Neydi o 13 madde? Başta Türk Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın veto hakkı, belli konularda ortak mecliste ayrı çoğunluk koşulu, ayrı belediyeler  olmak üzere Türkleri ilgilendiren maddeler!

Dikkat edin lütfen!  Türk Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın veto hakkı, belli konularda ortak mecliste ayrı çoğunluk koşulu ve ayrı belediyeler; Zürih – Londra sistemi ile ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndaki, Türkler’in, günümüz görüşme literatüründe söz konusu olan “siyasal eşitlik” haklarından başka bir şey değildir. Yani, aslında Makarios’un ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nndaki değişiklik isteklerinin özü, Kıbrıs Türkleri’nin ortak Kıbrtıs Cumhuriyeti’ndeki  (öngörülmüş) siyasal eşitliğini ortadan kaldırmaktan başka bir şey değildi. Makarios, anayasa değişiklikleri ile Türklerin siyasal eşitliğini bertaraf edemeyince, bal gibi  bir darbe olan Akritas Planı/ Kanlı Noel ile Türkleri etkisizleştirerek Enosis yolunu açmak istemiştir.         

            Yıl 2019! 1963’ün üzerinden 56 kocaman yıl geçmiş ama 1960 ortaklık cumhuriyetini yıkan Rum hedefleri, onca yıl geçmiş olmasına; savaşlar, göçler, ölümler, insanlık dramları yaşanmasına karşın, hiç ama hiç değişmemiş! 1963’te anayasada istedikleri ve tümüyle Türklerin eşitlik ve ortaklık haklarına yönelik olan değişiklikler ile günümüzde istedikleri, “öz” ve “ruh” olarak farksızdır. Eşitliğimizi yadsımaktır. Üstelik yazımın başında anlatmaya çalıştığım gibi, gündemde olan “siyasal eşitlik” kavramı boştur, koftur, büyük oranda aldatmacadır.

56 yılda mentalite ve hedef hiç değişmemiştir.

GÜVENLİK/GARANTİLER KONUSU DA VAR

Dünyada çok sayılı anlaşmazlıklar var ama bizdeki gibi, doğrudan bir tarafın (yani Kıbrıs Türk Halkı’nın) doğrudan “var olma ya da yok olma” sorunu ile ilgisi olanı yok sanırım. Ne yazık ki ortada “ironi” diye nitelenebilecek bir durum var. Üstelik Türk tarafı bakımından çok kötü yönetilen bir konu olduğunu düşünüyorum.

Bu sayfada çok yazdım: Bence garantiler bir yana, diğer konuların tümü bir yana! Garantiler yoksa ya da var da sulandırılmışsa gerisine bakmam bile! Gerek yok buna, çünkü garantiler Kıbrıs Türk Halkı’nın varlık nedenlerinden biridir. Birincisi, Kıbrıs Türkleri’nin direnebilmesidir. İkisi olmasaydı, bugün bu adada Türk varlığı olmazdı.

Sormak gerekmez mi? Türk tarafının böylesi yaşamsal konuyu bu kadar esnetip yönetememesinin, konunun çözüme ulaşmamanın nedenlerinden biri olduğu algısı yaratılmasına çanak tutmasının mantığı var mı?

SONUÇ OLARAK

            Bu yazımı 26 Kasım (2019) Salı günü okuyacaksınız ama ben yazıyı 25 Kasım (2019) Pazartesi sabahı kaleme alıyorum. Yani siz bu yazıyı okurken Berlin’deki üçlü gayrî resmi görüşmenin sonucu, daha doğrusu, (benim değerlendirmeme göre) sonuçsuzluğu belli olacak!

Sonrasında bu tarz görüşmenin “beşlisi” olur mu bilemem ama bu süreçten ya da süreçlerden “ortaklık” modeli, hele hele “federasyon” çıkması olasılığı yok!

Ütopyadan gerçek çıkmaz ki! Mucize dışında tabii!