Saat sabaha yakındı. Az sonra horozları Lefkoşa’nın ötecekti.

Geceyi silah sesleri yırttı.

Gergindi ortam aylardır, ha başladı ha başlayacaktı.

Sonra bir adam geçti sokağımızdan, Küçük Medrese sokakta oturuyorduk. "Siz daha uyuyun" diye bağırarak geçti.

Silah sesleriyle uyanmıştık, abim giyinmişti ve çıktı. Çıkış o çıkış bir hafta, 10 gün görmedik onu.

Lefkoşa dediğin ne ki, Küçük Medrese sokak 12 no'lu Şevkiye abanın (abla) evinden çık hangi yöne doğru 300, bilemedin 500 adım atsan sınırdasın, sınır dediğim de şu: Bitiyor Lefkoşa hatta dünya. Abluka altında çünkü hayatı Türklerin. O küçücük Lefkoşa'da bir hafta, 10 gün babalar, abiler, enişteler, dayılar, amcalar dönemedi evine ve anneler ile çocuklar sokuldu bir birine.

Sene 1963.

Adayı Yunanistan'a bağlayabilmek için her derenin suyunu içen Makarios, Türkiye ve İngiltere’nin, "Bunu yapma, bunu kabul etmeyiz" demesine rağmen ve hatta Yunanistan’ın "Sakın yapma, bu savaş demek olur" ikazına karşın, 1960'da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasında 13 maddeyi değiştireceğini ilan etmiş ve belki de yaşayabilecek yeni kurulmuş devletin kalbine hançerini saplamıştı.

An meselesiydi çatışmalar.

Ve o an, o gece gerçekleşti.

Kurgu tarihe meraklı olanlar ile resmi tarihi çarpıtarak yazanlar masal okumasın, Kıbrıs Türk halkı bu tarihin bir parçasıdır ve düşmanlık beslemeden, kimseye kin tutmadan ve dahi adanın tümü benimdir demeden ve boyun eğmeden adanın bütününü isteyen Rum halkına direndi ve belirledi kendi geleceğini.

Ne altında köle istedi Kıbrıs Türkleri ne de üstünde efendi, sahip kabullendi. Yazdı kendi teriyle kendi tarihini.

O tarihi silmek ne mümkün adadan.

Diplomasinin Türkçe olarak şunu söylemesi şart:

Ya devlet eşit ortak olur ya da adada iki devlet olur.