Tam elli altı yıl öncesinden geldiğimiz bu günümüzü panoramik olarak yazıp halkın önüne koysak, herhalde yeni nesiller bir masal gibi dinleyecekler ve öylece geçmişe değil, geleceğe bakacaklar.

                O acı günleri yaşayanlar,  artık “yaşlı” gruptaki insanlardır.  Onlar da gidince, kim anlatacak Rumlardan çektiklerimizi ve acılarımızı?

                1 Nisan 1955, EOKA’nın faaliyete geçtiği tarihtir.  İngiliz döneminin açmazları bir yana, Türklerin açmazları daha da büyüktü.

                O günlerin birer aktörü olarak adada görev yapan İngilizler, maalesef EOKA’nın başını ezemedi ve sırf EOKA’ya karşı yeni bir güç oluşturuldu.  O güç de, işsiz kalan Türklerin yadımıcı polis yazılması ve Rumların önünde ölümüne bir savaş verilmesiydi.

                EOKA tarafından öldürülen Türk polislerin dramı çok büyüktür.  Mükemmel Rumcası olan Türk polisleri bile bir araç olarak kullanmıştı İngiliz.

                O olaylarda,  Londra ve Zürih Anlaşmalarının imzalandığı güne kadar pek çok masum İngiliz öldürülmüş ve onların yüreklerinde her zaman Rum kini kalmıştır.

                Aradan yıllar geçince, öldürülen İngilizler adada onların anısına bir anıt dikmek istemişti.  Rumların bir talebi vardı.

                “Bu anıtı gelin güneyde güzel bir yere dikiniz.”

                İngiliz aileleirn Rumların bu isteklerine öyle bir tepki göstermişlerdi ki...

                “Bu anıtı biz ancak kuzeyde Türklerle meskun bölgede dikeriz” demişlerdi.  Ve öyle de yapmışlardı.

                Londra ve Zürih Anlaşmaları adaya sadece geçici bir barış getirmiştir.  Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu da ne oldu?

                Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun hemen ertesinde Makarios’un bir sözü vardı.

                “Biz Kıbıs Cumhuriyeti’ni, ENOSİS’e bir sıçrama tahtası olsun diye kurduk.”

                Bunlar bir yana, Makarios’un kilisede verdiği vaazlar ve halkı kıştırtıcı konuşmaları hala unutulmadı.

                Ve Kıbrıs Cumhuriyeti o sıçrama tahtasının üzerinde kaldı.  Bundan tam 56 yıl önce, 21 Aralık 1963 tarihinde Rumlar, o sıçrama tahtasının üzerine çıktılar ve ada genelinde silahlı operasyona başladılar.  Sokakta buldukları masum Türkleri toplayıp ya toplu halde katlettiler, ya de tek tek yok ettiler.

                Rumlar o günlerde acımasızca Küçükkaymaklı’yı cayır cayır yaktılar.  Şayet bir gün yolunu eski Küçükkaymaklı’nın içine düşerse, orada Rumlar tarafından yakılıp yıkılan Türk evlerini görebilirsiniz.  Ve o Kanlı Noel’de yüzlerce kardeşimiz şehit edilmiş, yaralanmış, evlerinden edilmiş, bağları bahçeleri Rumlar tarafından yağmalanmış ve zavallı halk, ayakta kalabilmek için ölümüne çok büyük bir mücadele vermiştir.

                Küçükkaymaklı göçmenleri çaresizlikten ve can güvenliği korkusundan sinema, okul ve Pavlidis’in garajlarına doluşmuştu.  21 Aralık, geceyle gündüzün eşitlendiği bir tarihtir.  Zamanın eşitliğine inat, 1963 kışı, maalesef çok ağır, kanlı ve acımasız geçmişti.  O nedenle adına “Kanlı Noel” dediler.

                O göçün rakamsal olarak verilişi, 103 köydür.   Tam 103 köyümüzden Türkler, yaşadıkları evlerinden ve köylerinden  göç ederek en yakın ve daha büyük Türk köyüne sığınmışlardı.  Ambargoların daniskasını işte o zaman yaşamıştık.  Lefkoşa tabyaları bir pasta gibi bölünmüş ve her taraf tellerle örülmüştü.

                TMT’nin yer altından yer yüzüne çıkış tarihi de 21 Aralık 1963’le başlar.  Hiç tahmin etmediğimiz insanlar Türk Mukavemet Teşkilatı’nın birer mensubu olarak o büyük mücadelede yerlerini almışlardı.  Bütün tabyalara kum torbalarından mevziler ve koruganlar yapılmıştı.  Yüksek binaların damlarına da ayrıca stratejik anlamda mevziler kurulmuştu.

                Kumsal baskını tam bir acının görüntüsüydü.  Halen Barbarlık Müzesi olarak kullanılan binada,  Dr. Binbaşı Nihat İlhan ve eşi Mürüvvet Hanım’la üç çocuığu yaşıyorlardı.  Barbar Rumlar o bölgeye baskın yapınca banyoya saklanan Mürüvvet Hanım ve üç çocuığu banyo küvetinde delik deşik edilmişlerdi.  Dr. Nihat İlhan, o gün Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nda görevdeydi.  Ne bilsindi Dr. Nihat böyle bir olay yaşanacağını.  Yıllar sonra kendisi ile buluştuğumuzda bana içindeki acıyı derinlemesine anlatmış ve göz pınarlarından iki damla yaş akmıştı.

                Şillura vge Ayvasıl katliamı da o günlerde olmuştu.  Hele bir düşünün...  Lefkoşa surları içine hapsolmuş ve dünyadan arındırılmış bir halk, bütün insan haklarından yoksun bırakılmış, köylerden gelen yiyecek içecek araçlarımızın surlar içine girişine izin verilmemişti.  İnsanlar o çaresizliği yaşarken, Yülksek öğrenimde olan ünivesite gençliği, askeri gemilerle Erenköy’e çıkmışlardı.

                Gerçek olan şuydu ki, gerçek anlamda Türkiye, Anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanacak askeri güce sahip değildi.  Türk uçakları ilk kez Erenköy’e saldıran Grivas ve askeri gücünü darmadağın etmiş ve Türk korkusunu Rumların yüreğine salmıştı.  Lakin o günlerde ve tam on bir yıllık getto hayatımızda Türk askeri herhangi bir hareket yaratmamıştı.  Erenköy’e tam askeri bir operasyon gerçekleşmiş, ondan öteye gidememişti.

                21 Aralık 1963 olayları acı dolu bir biçimde yaşayan, çaresiz ve korkusuz Lider Dr. Fazıl Küçük’tü.  Onunla geçen günlerimi belgelediğim için kendimi mutlu addederim.  Gelsinler bana ve benimle o günleri yaşayanlara sorsunlar neler çektiğimizi, kendilerine söyleyelim.

                İşte o günlerdi ki, Dr. Küçük’ün garajında Bayrak Radyosu kurulmuştu.  Garajın içine yerleştirilen araba aküleri ve telefon ahizelerinden mikrofon yapılmış ve dar bir bölgeye yayın yapmaya başlamıştı BRT.  

                Hastanesiz, radyo ve televizyonsuz, hatta bütün insani hakları elinden alınmış bu halk nasıl yaşadı.?  İşte onun adı güçlü bir milli şuur, güçlü bir inanış ve var olmak için ölümüne savaş vermektir.

                20 Temmuz 1974’e gelinceye kadar yaşananlar saymakla bitmez.

                Bazen “Şu Rumlar aptaldır ve akılsızdır” deriz.  Yalan mı?  Türkiye’yi yıllarca hafife alan Rumları Allah şaşırmış ki, 15 Temmuz günü Makarios’a derbe düzenleyerek adayı Yunanistan’a  ilhak etmeye kalktılar.  Gerçek olan oydu ki, Türkiye artık eski Türkiye değildi.  Savaş gemileri, uçakları ve güçlü ekonomisi ile yepyeni bir Türkiye vardı önlerinde.  Ama onlar yine Türkiye’yi ciddiye almadılar.  Türk tokadını yedikleri zaman sersemlediler ve Türk tankları ve Türk uçakları önünden çil yavrusu gibi koşup girecek delik aradılar.

                Ne mutlu bize ki çektiğimiz nice acılar arkada kaldı ve şimdi özgür topraklarımız, özgür yaşantımız ve bayrakla devletimiz vardır.  Allah başka 21 Aralık ve kanlı Noel göstermesin.