Elli dört yıl önce 21 Aralık, 1963 günü Lefkoşa’da yaşanmış bir kısım olaylara 14 yaşımda tanıklık ederek yaşadım. İngiliz Okulu’nda okuyan ve aynı zamanda  köylüm de olan 12-15 kişilik bir öğrenci grubu ile beraber Christmas tatili için okulun yurtlarından bir minibüsle ayrılarak, Lefkoşa’nın Türk kesimine gelmiştik. Geceleyin yaşanmış olaylardan habersizdik. Bu nedenle Girne Kapısı önündeki Atatürk heykeli önüne geldiğimizde oradaki heyecanlı ve gözlerinden endişe ve korku okunan insan kalabalığının bu hali bizleri bayağı şaşırtmıştı. Neler oluyordu?
Minibüsten inip kalabalığa yaklaştığımızda önceki gece Tahtakale mahallesinde yer alan vurma olaylarını öğrendik ve geceleyin de Atatürk heykeline açılan ateş sonucu kurşunların bıraktığı izleri bizzat görecektik.
Sabah saatleriydi henüz ve konuştuğumuz insanların her biri değişik haberler veya hikayeler anlatıyorlardı. Limasol kazasına bağlı Malya köyüne gideceğimizi söylediğimizde de “ sakın yola çıkmayın, emniyetli değil” sözleri kulaklarımızda çınlıyordu. Neden emniyetli değildi? Sabahleyin Lefkoşa’ya gelirken bir takım olaylar yaşamış olanlar da vardı. Anlattıklarını kavrayabilecek durumda bile değildik ama, duyguları, endişe ve heyecanları adeta bize de geçmişti. Söförümüz yine köylümüz olan Halil dayı ikileme girmişti “ yola çıksak mı,  çıkmasak mı? “ diye..
İşte tam da böyle bir bocalama yaşarken ansızın, içerisinde  silahlı polislerin olduğu bir polis Land Rover aracı gelip Atatürk heykeli önünde durdu. Bu olayın çok yakın tanığıyım. Oradaki Rumca bilen insanlarla konuşarak heykele ateş açma olayını soruşturmaktaydılar. Kurşunların bıraktığı izleri elleriyle işaret ederek silahlı polislere göstermeye çalışanları hala çok iyi hatırlıyorum. İşte tam o sıralarda kalabalık daha da büyürken bir bağrışma ve heyecan dalgası ile beraber polis aracını saran insanlardan tedirginlik duyan polislerin, silahlarını halka karşı doğrulttuklarını endişeli gözlerle izledim. 
Polis Land Rover aracı bir bağrışma ve söz düellosu arasında hemen oradan ayrılmıştı ki; bu bağrışma seslerini duyan yakınlardaki Türk Lisesi öğrencileri sınıflarını terk ederek okul bahçesine çıkmışlardı. Ve polis aracından öğrencilerin olduğu okul tarafına iki el ateş açıldığını sadece duymadım, gördüm de, yaşadım da. İki öğrencinin yaralanmış olduğu ve hastaneye kaldırıldıklarını öğrendik ki hısar altında şiddetli bir patlama sesiyle sarsıldık.
Öğleye doğru Şöförümüz Halil dayı İngiliz Okulu öğrencisi olan hepimizi de Girne Kapısından toparlayarak minibüse doldurdu ve “hade gidiyoruz” deyip gaza bastı.
Ve ne bilelim ki gidiş o gidiş olacaktı. Ne İngiliz Okulu ne de Lefkoşa’yı bir daha görmek çok uzun yıllar bir daha mümkün olmayacaktı. Önce Leymosun’a sonra da köyümüz Malya’ya vardık saatler süren bir yolculuktan sonra. Ve biz 13- 17 yaş grubundaki öğrenciler bu saatler süren yolculuk sırasında o gün yaşamış olduğumuz olayları konuşarak değerlendirmeye çalışarak anlamaya çalışıyorduk. Neler oluyordu gerçekten? Savaş, harp dedikleri, silahlar kurşunlar yaralanmalar ölümler bunlar mıydı?
Daha birkaç gün öncesinde, bir teneffüs sırasında İngiliz Okulundaki 3D sınıfında otururken sınıfdaşım Nikos Konstantinidis, bana ve soyadı Mısırlızade olan arkadaşıma avucunda tuttuğu sivri uçlu madeni cisimleri göstererek; “ bunlar ne? Ne olduğunu bilirmisiniz? Daha önce gördünüz mü? Diye sorduğu soruları hatırladım Leymosun-Malya’nın hayli kıvrımlı yollarında. Nikos bu acaip daha önce hiç tanık olmadığımız tavırları arasında “bizde EOKA var, sizde ne var diye de soruyordu aynı zamanda. Yanıtı da kendi veriyordu gözlerimizin içine bakarak; Volkan, Volkan?
21 Aralık 1963’ten sonra tam 54 yıl geçti. Geçip giden yıllar Kıbrıs’a ve Kıbrıs’ta yaşayanlara neler getirdi ve gelecek yıllar neler getirecek? Nicos’un avucunda 54 yıl önceki birkaç kurşun, ve Rum polislerin ellerinde gördüğüm silahlar bugün çok gelişmiş tanklar oldu, toplar oldu füzeler oldu, savaş helikopterleri oldu savaş gemileri oldu daha da bakalım neler olacak? Tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti- Yunanistan arasında ortak silahlanma sürecinin başlatıldığı da geçtiğimiz günlerde açıklandı. 
Araya bir de PESCO sokuşturdular. Maşallandus!
Türkiye- Yunanistan- Kıbrıslı Türkler – Kıbrıslı Rumlar acilen bir araya gelerek bu gidişata bir son vermelidirler. Başka birileri bunu yapmaz. Beklemesinler.
 54 yıl önce İngiliz Okulu’nda ben Mustafa ve arkadaşım  Nikos vardı, anlattım. Acaip bir tesadüf: 54 yıl sonra Tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Başkanının ilk adı da Nikos! KKTC Cumhurbaşkanı’nın ilk adı da Mustafa. VE MUSTAFALARIN VE NİKOLARIN DAHA FAZLA SİLAHA DEĞİL DAHA FAZLA SİLAHSIZLANMAYA,  İŞBİRLİĞİ, UZLAŞMAYA VE BARIŞA İHTİYAÇLARI VARDIR. YOKSA 54 YIL BOŞA GEÇMİŞ OLUR.