Bugün 15 Temmuz, 2018. Gerilere gidersek, 44 yıl öncesine, 1974 yılının 15 Temmuz’una “bir delinin kuyuya bir taş attığını”, ama yıllardır 40 akıllının değil, 40 bin akıllının bugüne kadar bu taşı çıkaramadığını görürüz. 15 Temmuz, 1974 yılında Atina’dan Kıbrıs’a ulaşan “hastayı hastaneye kaldırınız” şifresi ile Makarios’a karşı girişilen kanlı askeri darbe, ilk hedefi olan olan Makarios’u öldürememiş olsa da, kısa süreliğine de olsa yönetimi eline geçirmeyi başarmıştı. Nitekim bu kısa dönem içerisinde, Kıbrıs’ta yönetimi eline geçiren darbecilerin adam kıtlığı nedeniyle başa geçirmek zorunda kaldıkları  “Kıbrıs Cumhurbaşkanı” olarak da yemin ettirdikleri EOKA’cı Nikos Sampson, “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti” ‘ni ilan etmişti. Sampson ,  garantör Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin ortaya koydukları ortak siyasal ve askeri müdahale ve direnişleri nedeniyle, Cumhurbaşkanı unvanını haftalar içerisinde Klerides’e devretmek zorunda kalmıştı. EOKA kahramanı olarak da bilinen Sampson,  sonradan basına yaptığı açıklamalarda darbeyi Enosis’i (Kıbrıs ve Yunanistan’ın siyasal anlamda birleşmesi) gerçekleştirmek amacıyla yaptıklarını, ve Türkiye’nin müdahalesinin yapılmamış olması halinde Enosis’i ilan etmiş olacaklarını da söyledi ya da itiraf etti. 1955 yılında adada başlatılmış bulunan EOKA mücadelesinin amacının Enosis olduğu bilinmektedir. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti, Rumlar ve Yunanistan’nın Enosis tezleriyle, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’nin taksim tezlerinden vazgeçilmesi ile bir uzlaşı, bir ortak yol olarak ortaya çıkmıştı. Yeni Kıbrıs Cumhuriyeti devlet düzeni de ne olur ne olmaz diye, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmişti. İyi ki garanti edilmişti. Daha aradan 3 yıl geçmeden, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal Kıbrıslı Türk ortağı, silahla ve zorla devletten dışlandı. Bu dışlanmışlık da günümüze kadar sürüyor. Ne ilginçtir ki, tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti, Avrupa Birliği’ne üye olarak kabul edildikten sonra adaya gelen Yunanistan başbakanı Simitis yaptığı bir konuşmada “ Kıbrısın AB üyeliği ile Enosis gerçekleştirildi” demekten kaçınmamıştır. Avrupa Birliği üyesi Yunanistanla ile yne AB üyesi Rum Toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin, başta ekonomik olmak üzere birçok alanlarda derinleştirmeden öte “birleştirileceği”ni Enosis ülküsü ile özdeşleştirmek, Yunanlı hem de sosyalist politikacı Simitis’in bile işine gelmişti. Günümüze kadar, derelerin altından çok sular geçmiş olmasına rağmen daha geçtiğimiz 2018 yılında, aşırı milliyetçi ELAM partisinin sunmuş olduğu öneri doğrultusunda, Rum Ortodoks Kilisesi’nin 1950’li yıllarda düzenlemiş olduğu Enosis Referandumunun yıldönümlerinin, Rum okullarında kutlanmasının “Kıbrıs Temsilciler Meclisi”de, kabul edilmiş olması, siyasal fırtınalar yaratmaya yetmişti. “Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek” taktiğiyle, Rum Başkan Anastasiades bile gaza gelerek ve kilisenin gazına getirilerek “Kıbrıslı Türklerin azınlık olduğunu” söylemekten bile çekinmemişti. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın en son BMGK’ne yazmış olduğu son mektupta bile, adadaki Türk ve Rum toplumları arasında siyasal eşitliğin kabulü ve yönetimde Kıbrıslı Türklerinin etkin katılımının sağlanmasında, Rum tarafınca hazımsızlık gösterilmekte olduğunu vurgulamak zorunda kalmış olması çok dikkat çekicidir. BM ve AB üyesi olması Rum Toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin siyasal algılarını ve hedeflerini de etkilemekte olması beklenen bir durumdur. Ancak Rumların kendilerini Kıbrıs halkı ya da ulusu görerek, Kıbrıslı Türleri bir Rum adası ve devletinde azınlık görmeleri,  yıllardır görüştüklerini söyledikleri federasyon ilkelerinin hiçbirisi ile bağdaşmamaktadır. 11 Şubat, 2014  Eroğlu-Anastasiades belgesi, artı Haziran, 2017 tarihli Guterres belgeleri’ne bir zaman takvimi de koyarak, hatta daha işin başında, referandumların tarihi de saptanarak görüşmeler başlatılmalıdır; eğer başatılacaksa. UCU AÇIK ENOSİS HAYALLERİNE RÜZGAR TAŞIMAK İÇİN UCU AÇIK GÖRÜŞMELERE GİDİLMEMELİDİR. HAÇANABİR!