Mutlu Barış Harekatı’nın üzerinden tam 45 koca yıl geçti.  Nerdeyse 45 yıl önce doğan çoluk çocuk evlendirmişler, hatta nine dede olmuşlardır.

                Zaman zaman vurgu yaptığım ifadem şudur:

                “Şu Gâvur milleti hiçbir zaman akıllanmadı ve akıllanmayacaklar da.”

                15 Temmuz 1974’te, azılı EOKA’cı Nikos Samson tarafından Makarios’a bir darbe yapılmış ve Kıbrıs Türkü’nün ve Kıbrıs Rumu’nun kaderini ve tarihini değiştirmiştir.

                Hayatı boyunca hata yapanlar için şöyle bir ifade kulanırız.

                “Şeyatan kandırdı.”

                Evet gerek Rumları, gerekse Yunanlıları şeytan kandırmış ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek için harekete geçirmişti.  Şeytan her zaman olması imkansızlıklar için insanları kandırır. O gün de öyle olmuştu...

                İlk adım, Makarios’a darbe düzenlenmesi, ikinci adım da Nikos Samson’un sözde Cumhurbaşkanı ilan edilmesi ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilişinin adımıydı.

                O şeytan ne şeytandır ya...

                Tam on bir yıl Rumlar Türkiye’yi hafife almışlar ve her gün radyodan “Bekledim de Gelmedin” şarkısını çalıp çalıp durdular.  Onbir yıl onlar şeytanla dans ettiler, biz Türkler de acılarla ve umutlarla kurtuluşu bekledik.

                Lakin bir gün bekledikleri ama gelmeyeceklerini umdukları Türk askeri, anlaşmalardan doğan hakkını kullanarak Rumların bu operasyonuna son vermek ve adadaki soydaşlarının canını kurtarmak için adaya çıkmış ve özgürlük hattını çizerek, adadaki Türklerin çektiği acıları sonlandırmıştı.

                Gerçek olan oydu ki, 21 Aralık 1963’te Türk ordusu bir askeri operasyona pek hazır değildi.  Yıllar sonra bu konu TBMM’e taşınacak ve “alyans yüzükler” konusuna bağlı olarak ordunun o günlerde hazır olmadığı tartışılıp konuşulacaktı.  Bu geçen on bir yıllık zaman zarfında Türkiye, kendi çıkarma gemilerini yapmış, pek çok silahla ordusunu donatmış, havadan ve karadan yapılabilecek operasyonlar için kendini hazırlamıştı.  İşte o gün, beklenen gündü.  Yani 15 Temmuz, Makarios’a yapılan ve Rumların niyetlerini ortaya koyan gün...

                20 Temmuz 1974 sabahı şafakla birlikte ilk Türk jetleri ufukta görünmüş ve bütün sahil boyunca mevzilenen Rum sürüsünü bombalayarak tümünü etkisiz hale getirmişlerdi.  Çıkarma gemileri, adını “Çıkarma Plajı” dediğimiz koydan orduyu oradan karaya çıkarmıştı.  Karadan leblebi gibi mermi yuğıyordu.  Türk askeri ölümden korkar mıydı?

                Savaş esnasında bazı Mehmetçiklerle yapmış olduğumuz söyleşide bize şöyle demişlerdi.

                “Anamız bize ölmek için savaşmamızı hak etti.”

                İşte Türk insanı, Türk anası ve Türk evladı böyle cesur ve yüreklidir.

                Zaman sonra üzerinden yıllar geçince, o savaşı yaşayan bazı Rumlar hatırlarını yazmışlardı.  Hatıralarını yazan Rum, Türk askeri için şöyle bir ifade kullanmıştı.

                “Denizden oluk oluk çıkıp üstümüze üstümüze gelen Türk askerleri, hiç bitmeyecek gibiydi.  Biz yorulduk, öldük ama onlar yorulmadan ve hiç korkmadan ölüme koştular ve başardılar.”

                Rumlar Türk askerleri karşısında  çil yavrusu gibi dağılmışlar, adeta ayaklarını kıçlarına vura vura Türk tanklarının önünden kaçar olmuşlardı.

                Türk askerinin  yapmış olduğu ilk operasyonda Girne’yi Lefkoşa’ya bağlayacak konu şeklinde bir bölge oluşturulmuştu.  Artık özgürce Girne’ye gidip gelebiliyorduk.

                İlk ateş kes sonrasında Rumların dize gelmesini ve adada kalıcı barışın tesisi için bekleme süresi başlamıştı.  Lakin Rumlar, hala aynı çılgın Rumlar hiç de oralı olmadılar.  O ateş-kes döneminde Cenevre’de yapılacak Denktaş-Kleridis görüşmeleri ve Türk-Yunan Dışişleri Bakanları orada hazır bulunmuşlardı.

                Denktaş Cenevre’ye giderken, dört-beş tane alternatif harita çizdirmişti.  Ve giderken şöyle demişti koca Denktaş.

                “Dua edelim Rumlar kantonal çözümü kabul etmesinler.”

                Gerçekten de hepimizin duası da o yöndeydi.  Duygu ve düşüncelerim de tedirgindi.  Hatta o haritaların çiziminde bulunan bir kişi olarak, bu önemli olayda bir damla gibi ben de girivermiştim o okyanusun içine.

                Cenevre’de yapılan görüşmeler akamete uğrayınca TC Dışişleri Bakanı merhum Turan Güneş Türkiye ile yapmış olduğu telefon görüşmesinde “kızım Ayşe artık tatile çıkabilir” demişti.

                O bir parolaydı.  Şayet Cenevre’deki görüşmeler sonuçsuz kalırsa, Türk ordusu doğu ve batıya yürüyerek özgürlük hattını çekecekti.  Bu, Ankara’nın ve Genel Kurmay’ın kararıydı.

                Nitekim İkinci Harekat başlamış ve 14-16 Ağustos 1974 tarihleri arasında tamamlanmıştı.  İşin ilginç yanı,  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanının ilk günüydü 16 Ağustos.  Her zaman hayatta ilkler ve sonlar vardır.  16 Ağustos Rumlar için ilkti ama bizim için son olmuştu Mehmetçik sayesinde.

                Şu “Gâvur milleti çok acımasızdırlar” dediğimizde çok haklı olduğumuzu anladık. Nitekim İkinci Hareket başlayında EOKA’cı çapulcular Muratağa, Atlılar ve Sandallar köyünde savunmasız kalan kadın, çocuk, yaşlı ve yatalak insanları katlederek onları bir çukurda yakmışlar ve üzerlerini de toprakla örtmüşlerdi.  O katliamda öz halamın olması da, benim ve tüm ailem için ayrı bir acıydı.

                Ve 45 yıl önce Kıbrıs’ta özgürlük çizgisi çizilmiş ve Kıbrıs Türkleri kendi özgürlüklerine kavuşmuşlardır.  Özgürlük çizgisinden sonra ekonomik  ve kalkınma savaşı başlamıştı.

                Ve şimdi Rumlar Akdeniz’de tek taraflı olarak petrol ve doğal gaz arama çalışmalarını sürdürerek yine Türkiye’yi hafife almaktadırlar.  Evet!  Tam 45 yıl sonra bu adada petrol ve doğal gaz meselesi yüzünden yeni bir savaş çıkar mı, çıkar.

                Herşeye rağmen özgür olmak ve kendi topraklarında kendi geleceğini kurmak çok güzeldir.

                O bağlamda Anavatan Türkiye’ye şükran duygularımızı bir kez daha ifade etmeden geçemeyiz.  Bir de kahraman Mehmetçiğe...  Hey gidi Özgürlük...