Yarın 8 Ağustos...  Erenköy çarpışmalarının 57. Yıldönümü...

            Her 8 Ağustos tarihi geldiğinde tümden geçmiş acı anılarımız canlanır kafamızda.  21 Aralık 1963’te Rumların başlatmış oldukları sistemli saldırıları, 8 Ağustos 1964 tarihinde en büyük boyutu ile yaşanmıştır.

            Olaylarda bölük pörçük olan Türk halkı, tamamen dünyadan izole edilmiş ve bütün iletişim bağları kopmuştu.

            Rum saldırıları nedeniyle tam 103 köyümüz yaşadıkları bölgelerden göç ederek, kendilerini daha büyük yerleşim merkezlerine atmışlardır.  Kolay mı bir insanın doğup büyüdüğü toprakları terketmesi, bütün ekonomik damarlarının kesilmesi ve bir sap gibi ortalarda kalması?  Hiç de kolay değildi.

            Ailelerinden haber alamayan yüksek öğrenimdeki gençlerimiz adeta çılgına dönmüşlerdi. Bu gençlerin yakınlarından haber alamaması, algı olarak katliamları çağrıştırdı.  O bağlamda Ankara, İstanbul ve İzmir’de yüksek öğrenimde olan gençlerimiz birlik olarak Erenköy’e çıkma ve düşmanla ölümüne savaşma kararı almışlardı.

            Zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bu karara karşı çıksa da, Kıbrıslı gençler kararlarından dönmemişlerdir.

            Hiç silah eğitimi almamış gençlerin mutlaka silah eğitimine tabi tutulmaları şart olmuştu.  Nitekim o gençleri Ankara’daki ZİR Kampına götürmüşler ve orada silah eğitimine tabi tutmuşlardı.

            Silah eğitimi sonrası, askeri gemilerle Erenköy’e çıkan bu gençlerin yaşadıkları tam bir dramdı.

            Açlık, uykusuzluk, düşman saldırıları ve yok olmanın eşiğine gelmek, onları psikolojik olarak yıkmıştı.  

            Grivas büyük bir askeri güçle, topuyla tüfeğiyle 8 Ağustos 1964 günü saldırıya hazırlanırken, Denktaş da TMT’nin ilk Bayraktrı Ali Conan’la Erenköy’e çıkmışlar ve onlara yürek vermişlerdi.

            Rumların kurmuş oldukları bubi tuzağından şair arkadaşımız Süleyman Uluçamgil’le bir tıp talebesi olan Salahi şehit olmuşlardı.

            Denktaş’ın en büyük beklentisi Türkiye’nin askeri müdahalede bulunmasıydı.  Beklenen olmayacak gibiydi.  Grivas bütün gücüyle Erenköy’e saldırdığında bir ölüm kalım savaşı başlamıştı.  Ta ki Türk jetleri oraya ulaşıncaya ve Grivas’ın askeri gücünü kül edinceye kadar...

            Gerçeği söylemek gerekirse, Erenköy Mücahitleri orada tam bir destan yazmışlardı.

            Türk pilotu Cengiz Topel’in uçağını düşüren Rumlar, Cengiz Topel’i yaralı olarak ele geçirmişler ve daha sonra cansız bedeniniz Türk tarafına vermişlerdi.

            Rumların Türk askerinden yediği ilk tokat 8 Ağustos 1964 günüydü.  Türkiye’nin etkinliği kendini gösterirken, Rumlar kalan yaralılarını alarak geri çekilmişler ve bu da onlar ders olmuştu.

            “Erenköy bombardımanı Rumlara ders oldu” deriz de, Rumların akıllanmadıklarını görürüz zaman içinde. Grivas, o suratsız Rum komutan, EOKA’yı kuran ve pek çok masum insanın ölümüne neden olan adamdı.

            Grivas akıllanmış mıydı?

            Akıllanmamış ve ille de ENOSİS’i gerçekleştirmek için bu kez Kasım 1967’de Geçitkale’ye saldırmıştı bütün gücüyle.  İşte o günlerdi ki, yine Türk jetleri o bölge mücahitlerine hızır gibi yetişmişler, Türkiye’nin Makarios’a vermiş olduğu nota ile Grivas ve bütün silahlar ada dışına çıkartılmıştı.

            Rumlar akıllanmış mıydılar?

            Rumların akıllanmadıkların 15 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleşen Makarios darbesi ile görüldü.

            15 Temmuz, bütün geçmiş acılar ve ölümler ötesinde Kıbrıs’ın avuçlarımızdan kaçabileceği gerçeğini gösterince Türk askeri son tokadı 20 Temmuz 1974 sabahı vurmuştu.

            Bunları neden anlatıyor ve Erenköy mücahitleri ile Türk askerinin kahramanlıklarını dile getiriyor ve şöyle diyorum:

            “Kıbrıs Türkü buralara kolay gelmedi.”

            Erenköy’e çıkarak ölümüne savaş veren kardeşlerimiz tarih yazarlarken, orada toprağa düşen ve şehit olanlar, hepimiz için birer acı anı haline geldi.

            Kısacası her 8 Ağustos geldiğinde, hep Erenköy çarpışmalaları, Türk jetleri ve hiç değişmeyen Rum zihniyetinin çılgınlıkları gelir aklıma.