İsviçre’nin Mont Pelerin, Cenevre ve en son da Crans Montana şehirlerinde gerçekleştirilen Kıbrıs görüşmelerinin tümünde de, AB kendi temsilcilerini aktif olarak bulundurdu. Yani taraflar ihtiyaç duydukları durumlarda bu temsilcilerden ele alınan konularla ilgili Birliğin görüşlerini ve AB müktesebatına uygunluğu konusunda görüşlerini almışlardır. Kısaca AB, İsviçre’de yer alan son Kıbrıs görüşmelerinin başarılı olamamasının temel nedenlerine tanıklık etmiştir diyebiliriz. Etmiştir de bu nedenler AB’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili tavırlarını ne yönde etkilemiştir?  Crans Monta görüşmelerinin çökmesi sonrasında,  Kıbrıs Türk yasal mevzuatlarının AB muktesebatına uyumlanması için AB ve  Kıbrıs Türkler arasında yapılmakta olan görüşmelere hemen son verildi. Yine birçok Türk-Rum karma komitelerinin çalışmaları de güneyin talebi üzerine durduruldu. Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın kamuoyuna açık birçok kez yaptığı şikayetlerine rağmen ne Rum tarafı ne de AB yetkilileri bu konularda olumlu adım atmadılar. Akıncı AB yetkililerini haksız Rum taleplerine uymakla suçlamış olmakla beraber Brüksel suskunluğunu bozmadı, bozmak da istemedi. Tüm bunlar yetmezmiş gibi geçtiğimiz hafta Kıbrıs’ı ziyaret eden Avrupa Parlamentosu başkanı Tajani’nin kuzey Kıbrıs’a hiç uğramamayı tercih etmesi de, kuzeyden haklı olarak birçok tepkileri üzerine çekti. Tabii ki paşa gönülleri bilir, ancak AP gibi Avrupa halklarının doğrudan temsil edilmekte olduğu bir kuruluşun, Kıbrıs Türklerinin bu adadaki demokratik varlığına daha saygılı davranmalarını beklemek de, kuzey Kıbrıstaki her yurttaşın hakkıdır. Hani de Avrupa Birliği Avrupalı insanların birliğiydi? Kıbrıslı Türkler olmadan da bu birlik pek ala olur mu deniliyor yoksa?! Avrupa Birliği’nin çeşitli kurumlarının,  Crans Montana sonrasında Kıbrıslı Türklerle olan ilişkilerinin neredeyse donma noktasına gelmesinin gerçek nedenleri nelerdir? En basit tanımıyla ve Kıbrıslı Türk deyimiye “sankim da crans Montan’na masadan kaçan Kıbrıslı Türklerdi” dedirtecek bir durum yaşıyoruz. Yoksa AB üyesi, tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği kurumlarından özel bir talebi mi söz konusu olan? Bu sorunun yanıtını bilmek Kıbrıslı Türklerin demokratik hakkıdır. 2014 referandumları öncesinde, Kıbrıslı Türklere gerek ulaşım gerekse serbest ticaret konusununda, AB yetkililerinin bugüne kadar hep havada kalan sözlerini anımsattı AB’ın son duruşları. “Sankim da referandumlarda, ‘OXI’ adanın güneyinden değil de kuzeyinden çıkmıştı.” 1959-60 Uluslararası Kıbrıs Antlaşmalarının yarattığı uluslararası hukuk zemininde, ortaya çıkmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin iki toplumlu karakteri, 1963ten beri Rum ortaklar tarafından fiilen ortadan kaldırılmıştır. 54 yıldır BM Güvenlik Konseyi’nin kararları ile yaşamını sürdürmekte olan tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, 1 Mayıs, 2014 tarihinden beri AB üyeliğine de kabul edilmiş olması, bu devletin temelinde var olan hukuksal yazılımı ortadan kaldırmaya yetmez ve yetmeyecek de. Kıbrıslı Türkler uluslararası yapıların hukuksal zulmüne 54 yıldır dayanmaktadırlar. Çünkü dünyanın bu bozuk sistemi çalışmaya devam etmektedir. Bu sistemin düzeleceğine dair olumlu  işaretler, 2000’li yılların başında ortaya çıkmış olmasına rağmen bugünkü manzara maalesef tam ters yönde gelişmektedir. Kıbrıslı Türklerin temsiliyeti olmadan Kıbrısın AP’da temsil edilmesinde demokratik eksiklik vadır be mösyöler, senyorlar, madamlar ve matmazeller..Kıbrıslı Türkler olmadan Kıbrıs’ın AB üyeliğinde meşruiyet eksikliği vardır, yasal eksiklik vardır ve bu devam etmektedir ey Avrupalı yurttaşlar topluluğu. İşte tüm bu; başta demokratik eksiklik, meşruiyet eksikliği ve yasal eksikliklerine rağmen tek toplumlu Kıbrıs Kıbrıs Cumhuriyeti 54 yıldır, uluslararası kumpaslar ve al-gülüm ver-gülüm ağları temelinde normalleştirilebiliyorsa..Sadece Kıbrıslı Türkleri ve Kıbrısın kuzeyini  temsil ettiğini söylemekte olan KKTC neden normalleştirilemiyor?! Şu an adanın her iki tarafındaki seçim rüzgarları bir dinsin, tozu dumanı bir otursun..Sonrasında yaşanacaklarda, sadece bu adacıkta değil ama etrafındaki denizlerde de nasıl bir uluslararası “normalleştirme” süreçlerini yaşayacağımızı hep beraber göreceğiz. ÇOK GALMADI..