Çok kısa bir süre önce Amerika’nın Minneapolis kentinde bir polisin bir zenciyi tutuklaması ve yere yatırıp dizini boynuna bastırması, gerçekten kabul edilir birşey değildi.  Boynu polisin dizi altında kalınca havasız kalıp boğulan zenci, hastanede hayatını kaybetmişti.  Bu görüntüler sosyal medyada adeta bir yangın yarattı.  Malum şimdi her cep telefonu pek çok şeyi belgeleyebiliyor.

                Bu olay, nerdeyse bütün Amerika’yı saran zenci öfkesi ile çalkalanıyor.  Adeta ölümüne bir intikam almak için caddeleri, dev mağazaları ve sokaklardaki otomobilleri ateşe veriyorlar. 

                Oldum olası Amerika’da geçmişten kalan bir zenci-beyaz kavgası vardır ve zaman zaman o kavga, kinle beraber ortaya çıkmaktadır.

                Bilmem hatırlar mısınız?  Bir zamanlar televizyonda “Kökler” adlı bir dizi vardı.  Müthiş bir diziydi.  Zencilerin yaşantılarının dramıydı o dizi.  Dizinin baş rolündeki kişinin dizideki ismini “Kunta Kinte” olarak hatırlıyorum.

                Dizinin temelinde yatan gerçek, insan ve özgür olmaktı.  Anımsadığım kadarı ile 17. ve 18. Yüzyıllarda Amerika’da zencilerin köle olarak kullanıldıkları ve köle olarak, adeta bir mal gibi satıldıkları gerçeği vardı.  Asırlar ötesine giden siyah-beyaz çatışmaları, bence o kölelik günlerine dayanıyor.  Zaman zaman en ufak bir olayın meydana gelmesinde bile, bu modern çağda zenciler yine o isyanlarını kusuyorlar.

                Bazen televizyonda izlediğimiz Amerikan yapımı polisiye filmlerde şu zenci isyanlarına tanık oluruz.  Genellikle zenciler hep toplu halde yaşarlar.  Bu Amerika’nın çeşitli kentlerinde de, İngiltere’nin çeşitli yerlerinde de böyledir.  Birbirlerini öyle bir kollarlar ki, birisinin üzerine bir sinek konsa, adeta o sineği öldürmek için bütün dünyayı yakarlar.  Kaldı ki bu olayda bir beyaz polisin bir zenciyi katletmesi vardır, işin içinde.

                1968 yılında ilk kez Londra’ya gittiğimde Lewisham’dan Catford’a doğru yürümüştüm.  Esasında oraya gidişim, o yolun başında oturan Kıbrıslı bir hukuk öğrencini  görmeye dayanıyordu.  O sokağın ismi bile hala aklımdadır.  Sokağın ismi Halesworth Road’du.  Şöyle kıvrılarak tırmanan  evler de o rampa üzerine dizilmiş acayip bir sokaktır.   Bütün balkonların çamaşır tellerinde rengarenk çamaşırlar ve darmadağın bir görüntü vardı.  Ara ara da bu yolda seyreden bazı zencilere rastlamıştım.  O arkadaşıma sormuştum...

                “Bu sokakta kimler oturuyor?”

                O da bana şu yanıtı vermişti:

                “Bu sokakta tamamen zenciler oturuyor.  Bizim akraba da sanki başka yer yokmuş gibi gelip bu sokaktan ev aldı.  Zenciler her gün onu taciz ediyorlar mahalleden kaçırmak için.”

                Daha sonraki zamanlarımda da buna benzer caddeler ve sokaklar görmüştüm.

                Bir gün Londra’nın çift katlı kırmızı belediye otobüslerine binmiş ve bir koltuğa oturmuştum.  Otobüsteki bütün yolcular tamamen zenciydiler.  Bir tek bendim beyaz olarak otobüse binen.  O kadar siyahın siyahı zenciler vardı ki, hiç size anlatmam.  Hatta bazılarının yüzlerinde derin bıçak darbeleri ve burunlarında halkaları vardı.  Bunlar, belli ki, İngiliz’in kendine koloni yaptığı Afrika ülkelerinin insanlarıydılar.  Vahşi, çağ dışı insanlar...  Bu Afrikalılar ellerindeki İngiliz pasaportu ile adeta İngiltere’yi işgal etmişlerdi.

                Bir gün o arkadaşıma şöyle demiştim...

                “Bir gün şu zenciler koskoca İngiltere’yi işgal edip idareyi ellerine alırlarsa hiç şaşmam.  Hatta Krlaiçe’nin sarayını bile başına yıkabilirler.”

                Gerçekten görüntü onu veriyordu.

                Özellikle Cuma ve Cumartesi geceleri gençlerin restorant ve eğlence yerlerini işgal ettikleri zamanlardı.  Sinema çıkışlarında restorantlara öyle bir akın ederlerdi ki, orada kavga ve çatışma çıkmaması mümkün değildi.  Nerdeyse restorantların tavanları ve duvarları  ketçup olurdu.  Tabaklar vızl vızıl havada uçuşurdu.  Ziyahlarla beyazlar yumruk yumruğa gelirlerdi.

                Yine Londra’da tanık olduğum ilginç bir görüntü vardı.

                Lewisham’daki otobüs durağında otobüs bekliyordum...  Aynı otobüs durağında yanakları çizilmiş iri dudaklı bir zenci daha vardı.  Orada otobüs beklerken şahane, film yıldızlarına dur diyecek kadar bembeyaz güzel bir kız çıkagelmiş ve o durakta öylesine birbirlerine sarılıp öpüşmüşlerdi ki, orada afallayıp kalmıştım.  O an şu soruyu sormuştum kendime:

                “Şu İngiliz kızının zevkine bak!  Bu zencilerde ne buluyorlar?”

                Bu durumu da arkadaşıma anlattığımda bana aynen şöyle demişti.

                “Bütün İngiliz kızları zencilerin meselesine bayılıyorlar.  O zenciler onları zevkin doruğuna taşırlar.  Bunu bilmez miydin?  İngiliz’in cicili bicili gençleri o kızları tatmin edemezler ki...”

                O ironik yapı içinde halk arasında konuşulan şey, “Arabın zekerinin büyük ve kalın olmasıydı” diyebilirim.

                Bu işin bir yanı...  Lakin Amerika’nın da pek çok kolonisi vardı diğer ülkelerde.  Geçmiş tarihin derinliklerinden gelen milyonlarca zenci göçmen, o koskoca Amerika’yı bu duruma getirdi.

                Bundan önceki başkanlık seçimlerinde Obama’nın seçilip beyaz saraya girmesi de sürpriz değildi elbette.  Milyonlarca zenci sokaklara dökülmüştü Obama’yı beyaz saraya sokamak için.  Ve bunu başarmışlardı.  İlk kez bir zenci beyaz saraya girmişti.

                Yani “Amerika Amerika” deriz de, onların da huzuru yok şu zenci milletinden.  Hele şu kokronavirüs belasıyla cebelleşilen günlerde.

                Zencilerin bu hareketi, insanlara gereken değerin verilmesi, insan olmanın ne demek olduğunun bilinmesi ve gerçek özgürlüğüne kavranması.

                Bundan sonra Amerikan polisine bir ders olur mu bilmem.  Geçmişte de Amerikan polisler zencilere işkence uygulamışlardır.  Ya bundan sonra?

                İşte o asırlara sığmayan kinler ve öfkelerdir zencileri sokaklara döken ve herşeyin yakılıp yıkılmasına neden olan.  Zenciler yani...