Atina yakınlarında çıkan o büyük yangın, sadece Yunanlıların değil, bütün insanların yüreğini yakmıştır.  Bugün siz, öbür gün biz, daha öbür gün de bir başkasının başına gelebilir böyle felaketler.  O bağlamda acılara gülünmez.  Ne de sevinilir.
Şayet empati yaparsak, o insanların çektikleri acıları çok rahat anlayabiliriz.  O bağlamda bu gibi yangınlar nasıl çıkar, hala insanın hafızası almıyor.
Bu gibi büyük afetlerde insan ne milliyet, ne de düşmanlık düşünebilir.  Şayet ölümüne savaş verdiğimiz komşumuzun başına bir felaket gelmişse, elbette ki elimiz kolumuz bağlı kalacak değildir.  Komşumuzun ateşini söndürmek için ne kadar olanağımız varsa seferber edebiliriz.
Herhalde böyle durumlarda kendilerini “düşman” adettiğimiz komşularımız da ellerini uzatıp bize yardımcı olurlar diye düşünüyorum.
Geçmişte aynı fay hattı üstünde olan İstanbul ve Yunanistan’ın belli kentleri bayağı depremeden etkilenmişler ve pek çok insan hayatını kaybetmişti.  Özellikle Yalova depreminde...
Yalova depremi sonrasında da Yunanistan’da depremler olmuş ve Türkiye’nin kurtarıcı ekipleri, yıkıntılar altında kalan insanları kurtarmak için seferber olmuşlardı.  Bu bir insanlıktır.  O insanlığı karşılıklı olarak göstermek gerek.  O bağlamda Yunanistan kurtarma ekipleri Türk felaketzedelerine elini uzatmıştı.
Bir başka örnek...
Yunanistan’da düşen Cyprus Airways’in uçağında pek çok insan hayatını kaybetmişti.  Onlara da ne kadar üzülmüş ve acılarına merhem olmuştuk.  O facia nedeniyle KKTC’de bile üç gün yas ilan edilmişti.
Zaman zaman Türkiye’nin turistik beldelerindeki ormanlar yanıp kül olmuş ve çok da sıkıntı yaşanmıştı.   Hala daha o ormanlarda yangınlar çıkar ve çok üzülürüz. O güzelim ormanlar, çamlar ve daha nice bitki örtüsü yanıp kül olur ama doğanın da dengesi bozulur maalesef.
Ya bizdeki 1995 Girne Dağlarının yangını.  O yangın da içimizde kalan bir acıdır hala.  O günden bu güne çırıpçıplak olmuş dağların yerine ekilen o minicik çamlar şimdi kocaman orman olmuşlar.  Devasa ağaç olmasalar da, yangının ayıbını örtmüştür o minicik çam fidanları.
Onun için değil mi “Devamlı ağaç ekiniz” diye yırtınırız.
Hatta bunu zorunlu hale getirmek için, her doğan bebeğin anne babasına en az yirmi otuz fidan ekme mecburiyeti getirilmelidir.  Bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığı gerekli duyarlılığı gösterip bir yasa çıkarır mı bilmem. Bu konuyu defaten sayfalarımıza taşıdık ama pek duyan olmamış.
Bir de Kıbrıs’ın coğrafi konumunu geçiriyorum kafamdan.  Biz Kıbrıs insanları yine de şanslıyız.  Yazın Mesarya Ovası susuzluktan yanıp kavrulurken, çevrede yeşilin zerresi göze çarpmazken, bizler (Türk veya Rum olsun fark etmez) çok büyük felaketlere maruz kalmıyoruz çok şükür.
 Tropikal bölge ülkelerinin yaşadığı doğal felaketler hiçbir zaman bitmedi ve bitmeyecek.  Muson yağmurları hiç durmaz.  Bazen de selli yağmurlar yağınca, bütün bölge halkı ve o kuşak üzerinde yaşayan insanların ne evleri kalır ne de hayatları.
Hatırlayacaksınız...  Uzakdoğu’da meydana gelen tsunami felaket hala akıllardadır ve insanın içine acı vermektedir.  Sanırım ilk tsunami felaketinden sonra “tsunami”nin ne olduğunu o zaman öğrenmiştik.  O dev dalgalar nasıl da koca şehri yutmuş, insanları, arabaları, kıyıdaki bütün ormanları ve limandaki gemileri şöyle ilçine alıp yok etmiş.  Ne büyük felaketti o...
İşte o bağlamda acıların evrensel olduğunu ifade ediyor ve böyle durumlarda tüm insanların; din, dil ve milliyet farkı gözetmeksizin, birbirlerine yardım elini uzatmaları gerektini vurguluyorum.