Mevsimler değişmeye başladığında doğanın öfkesi de artar ve herşey değişikliğe uğrar.  Özellikle sonbahardan kışa geçiş döneminde insanlar ne giyeceklerini şaşırırlar.  Adeta bir gün yaz, bir gün kıştır yaşantımız.  Hele bizim memleketin mevsimi, tamamen yazla kışın egemen olduğu bir yapısal oluşum içindedir.  Yani yazlık elbiselerimizi giyeriz de, kışın aniden bastırmasıyla hemen şifayı kaparız.  O bağlamda ılıman iklimler kısa sürer bizde.

            Mesela bazı insanlar hala daha düne kadar kısa kollu gömlerle gün geçiriyorlardı.  Yağmurlar aniden bastırınca, onlar da üzerlerine daha kalın giyecekler geçiriverdiler.  Malum, hep kendimizden biliriz.

            Kış kapıya dayanınca eski insanların sözlerini anımsarız.

            Eski insanlar ne derlerdi bu durumlarda?

            “Hastalık iğneyle girer, çuvaldızla çıkar.”

            Eski insanların her sözü bir kitaplık lafa benzer.  O bağlamda mevsim değişti mi, tedbirlerimizi de almak durumundayız.

            Ülkemizde anidan bastıran yağmurlar, maalesef doğal afetle geldi.  Girne ve Karpaz’ı hortumlar darmadağın ederken, hortum sonrasında arkada kalan manzaraya baktığımızda şu sözler geliverdi aklıma.

            “Kış gelmeden hazırlıklı olmalıyız.”

            Şu “Hazırlık” meselesi, bence alt yapı eksiklikleri ile bağlantılıdır. Yani belediyelere düşen görevlerdir.  Bugünün belediyelerini suçlamak olmaz.  Selli yağmurların arkada bıraktığı tortular ve milli çamurlar, hep eski yılların ve ihmalin ürünüdür.  Alt yapı eksiklikleri, kanaletler ve köprü ağızları ile dere yataklarındaki birikimler, mutlaka felaket denecek boyutta sıkıntılar yaratabiliyor.

            18. yüzyıl sonlarında ve 19. Yüzyıl başlarında çoğu binalar hep kerpiçten ve yığma taştan yaparlardı evlerini.   En ucuzu da kerpiç binalardı.  O çocukluk dönemlerinde kırsal bölge insanlarının ev yapımlarına tanık olurduk.  Torbalarla samanı bir arazinin kenarına getirirler, sonra toprağı kazıp çıkan toprakla çamur yapıp yoğururlar,  sonra da tarlanın bir kenarına o samanla karışık çamurdan kalıplar yaparak kurumaya bırakırlardı.  O kerpiç kalıplar kuruyunca evin inşasına başlanırdı.

            Kerpiçle yapılan evler kışın sıcak, yazın da serin olur.  Fakir insanların yapabilecekleri bu kadardı.  Beton binalar daha sonra hayatımıza girmişti.

            Yığma taştan binalar ise yine köylü ve kırsal yöre insanları için ucuz malzeme olarak nitelendirildiğindnedi ki, evler hep o malzeme ile yapılırdı.  Taşları üstüste yığarlar, sıvaya sıvaya duvar haline getirirlerdi.

            Olası bir depremde veya bir afette bu tür binalar, birinci derecede yıkılma tehlikesi arzeden binalardı.  Bereket versin ki artık ülkemizde çağdaş imar ve yapılanma başlamış ve sağlıklı binalarda yaşamaya başlamışız.

            Mesela geçen gün meydana gelen hortum ve sel felaketleri bize bunları düşündürdü.  Bölgelerden yapılan açıklamalar, “Bereket versin, can kaybı olmadı” şeklindedir.

            Kıbrıs’ın afetler kuşağı üzerinde olmaması bizim için şanstır.  Yazın susuzluktan yanıp kavrulduğumuz zamanlar, kuraklık ve çatlamış topraklar hep hayatımızda olmuştur.  Bırakın şimdilerde Anamur suyu bize hayat veriyor.  Şayet muson yağmrlarının, her hafta meydana gelen büyük hortum ve fırtınaların kol gezdiği bir ülkede yaşasaydık, herhalde şu anda yaşadıklarımız, Allah’a bin şükür devede kulak kalırdı.

            Yarın bu yağışlar geçecek ve yine yağmurları arayacağız.  Yağmur sonrasında yine pırıl pırıl güneş açacak, bahçelerimizde, balkonlarımızda sereserpe oturacağız.  Yani Kıbrıs insanının mevsimsel yaşantısı bu, anlayacağınız.

            Bu yaşananlara “afet” diyoruz da, değişen dünya sağlık ve hastalık görüntüleri bize dudak büktürüyor.

            Yani adam şöyle düşünebilir:

            “Yahu...  Tropikal ülkelerde fırtınalar, yağmurlar ve selli sular evleri ve ağaçları kökünden alıp götürürken, pandemiden her gün yüzlerce insan ölürken, ölüm korkusu dehşet verici bir boyutta insanların psikolojilerini bozarken, adam sen de, bir hortum çıktı, fırtınalar bazı zararlara düçar oldu, sizin söylediğiniz veya düşündüğünüz nedir?  Hayat durdu, hayat bitti ve belirsizlik içinde bir dünya oluştu.”

            Bu düşüncelerle yaşamaz mıyız?  Endişe, korku, sosyolojik ve psikolojik bozukluklarımız devam etmez mi?

            Bırakın doğa da kendi keyfini yapsın.  Keyfini yapsın ama zararsız yapsın.  Karınca kararınca depremsiz, doğal afetsiz ve pandemisiz bir hayata devam edelim.  Zaten doğa bize mi soracak hortumların oluşmasını, selli yağmurların yağmasını.  İşte dünya hali bu...