Ükenin değerleri teker teker bu dünyadan göçüyor maalesef.  Son yolcu, çok sevdip, çok saydığımız DPÖ Emekli Müsteşarı Ahmet Baysal’dır maalesef.
Bütün memuriyet hayatımda kendisini kendime örnek almış, saygın duruşu ile bütün yeni nesillere ışık olmuş ve erdemle ahlakın timsali almuş bir değerdi Ahmet Baysal Bey.  Sadece erdem ve ahlak değildir, onun hayatının gerçeğinde var olan.  O, ayrıca efendiliğin da timsaliydi diyebilirim.
Zaman zaman söz sevgili dost Ahmet Baysal’dan açıldı mı, “Karıncaya dahi zarar vermeyen, hatırelli güzel bir insandır” derdik.
Böyle güzel insanlar neden ölürler sanki.
Hani derler ya...
“Vakti gelen gidecek” diye.
Ünlü şair Yahya Kemal’in sessiz gemisi gibidir ölüm.  Gidenler dönmez, kalanlar da gidiş yolunu gözlerler.  
O sessiz geminin son yolcusu gibidir Ahmet Baysal Bey...
Uzun yıllar DPÖ Müsteşarlığı yapmış, tek bir siyasetçinin maşası ve aleti olmamış, gerçekleri ile yaşamış müthş dürüst ve sağlam duruşlu bir insandı.
Bazen memuriyetteki konumum itibariyle onunla paneller ve konferanslarda buluşurduk.  Hatırlıyorum...  Belki bundan yirmibeş yıl önceydi.  Belki daha fazla.  Dome Otel’de İstanbul Milli Prodüktivite Merkezi’nin bir paneli vardı.  Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş nice profesörler ve doçentler vardı.  Konu, “Turizmin milli ekonomiye katkı ve etkileri” idi.  Baysal Bey’le konuşmacı olduğumuz için yanyana oturmuştuk.  Müthiş kalabalık bir etkinlikti ve radyo ve televizyonlar canlı olarak o paneldeki konuşmaları veriyordu.
Söz Ahmet Baysal’a verildiğinde ve bütün rakamları ezbere söylemeye başaldığında, bütün salondaki bilim adamlarının ağızları açık kalmıştı.  Neden hayret etmişlerdi?  Hayret etmişlerdi, çünkü konuşmasında veri kaynağı olarak verdiği altı veya sekiz haneli rakamları ezbere söylüyordu.  Ne müthiş bir beyni vardı.
Ahmet Baysal gibi bir değerin kıymetini bildik mi?  Bilmedik.  Anımsadığım kadarı ile zamanın başbakanı ile ters düşünce, ya görevden alınmış, ya da kendisi emekliliğini istemişti.
Emekli oluşunda bile bir mesaj vardı.  Neydi o mesaj?
“Ben bu düzenin adamı değilim?” mesajıydı.
Bir de kendi algılamama göre, “Ben kimsenin yalakası olmadığım, önlerinde eğilip bükülemediğim için bu görevi terk ettim” şeklindeydi.
Halbuki bulunduğu makam, kendi menfaatlerini korumaya müsait bir makamdı.  Çoğu siyasetçinin ganimetten ve eşdeğerden nasibini aldığı da bilinen bir husus.  Ama o, tek bir toplu iğneye tevessül etmedi.
Örneğin oğlu Prof. Dr. Erol Baysal İngiltere’de tıp tahsili yaparken hayli sıkıntılara düştüğünü hatırlıyorum.  Sırf oğluna para göndermek için köyü Angolem’de tarlalarını sürer, patates v.s. eker, ürünü satar ve parasını ona gönderirdi.
Belki çoğu bilmez...  Prof Dr. Erol Baysal, tıp alanındaki buluşları nedeniyle İngiltere Kraliyeti’nin ünlü onur payesini almıştır.  Yani o hepimizin iftiharı olmuştur.  Kendisi halen Dubai’de hayatını sürdürürken,  Kıbrıs’taki kayıplar konusu gündeme gelince bir antropolog olarak kemikler ve genetik araştırmalar üzerinde çalışmıştır.  Kıbrıs’ta kurulan ilk antropoloji laboratuvarını da o kurmuştur.
Şayet filmi geriye sararsak, Ahmet Baysal’ın ta düğününe kadar uzanabiliriz.  Merhum Ahmet Baysal, Omorfo’nun zenginlerinden ve narenciyecilerinden Ahmet dayının kızı Letafet Hanım’la evlenmişti.  Bu aile ile içli dışlı olduğum için o günlerde biz de düğünlerinde bulunmuştuk.
Herhalde hatırlayacaksınız...  Ahmet Baysal’ın, İstanbul Tıp Fakültesi’nin son sınıfında okuyan kayınbiraderi Erol M. Ahmet’i EOKA’cılar, 3 Ağustos 1958’de hasta annesine ilaç almak için gittiği Rum eczacının eczanesinde çapraz ateşten onu vurmuşlar ve şehit etmişlerdi.
O gün, ben de o aile ile birlikte Omorfo’ya gitmiştim.  Ve tam da o vurulma olayının üstüne vurmuştuk.  Erol’un naaşını Lefkoşa’ya getirirken kefenini de ben taşımıştım. O varlıklı ve onurlu aile resmen perişanlara oynamışlardı ve hala o perişanlığın izlerini taşıyorlar.
21 Aralık 1963 olaylarında Ahmet Dayı’yı da Rumlar alıp öldürmüşler ve hala daha onun adı “Kayıplar listesinde”dir. Halbuki Ahmet Dayının yanında çalışan kırk elli kadar Rum işçi vardı ve karınları Ahmet Dayı’nın parası ile doyardı. 
Şehit Erol bütün aileyi acılar içinde bırakıp bu dünyadan göçerken, onun anısına bütün kızkardeşler yeni doğan oğullarına EROL adını koymuşlardır.
Sevgili Ahmet Baysal Ağabey’le buluştuğumuzda hep o acı dolu günleri konuşurduk.  Hatta bayram arifelerinde onunla şehit Erol’un mezarında buluşurduk.  Galiba ailenin son nesillerinden olan Ahmet Baysal, Erol’un mezarına gelip bir deste çiçek bırakan son insandı.
Merhum babam Ziya Osman’ın mezarı ile şehit Erol’un mezarları çok yakındır.  Babamın mezarına her gidişimde, mutlaka Erol’un mezar taşlarına bir deste çiçek bırakır, Fatiha’sını okurum.
Sırf o ailenin acılarını ve Erol’un anısını tarihe mal etmek adına romanlarımda ve belgesel kitaplarımda hep onlardan söz ederim.  Belki bir vefa borcu olarak, veya dostluk adına yazılan hatırlar...
Sevgili Ahmet Baysal, seninle paylaşacağımız daha ne kadar çok şey vardı, değil mi?  Bundan sonra eski günleri kiminle yad edeceğiz, bunu düşünüyorum.
Velhasıl erdemli, onurlu ve adam gibi adam sevgili Ahmet Baysal da bu dünyadan göçtü gitti ve insanlık maalesef yetim kaldı.
Allahtan ona gani gani rahmet, yaslı ailesine en derin taziyelerimi sunarım.