Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında imzalanan “2021 Yılı İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması evvelki gün Ankara’da, TC Cumhubaşkan Yardımcısı Fuat Oktay’la, KKTC Başbakanı Ersan Saner arasında imzalandı. Sağ olsun Anavatan yine kesenin ağzını açtı ve ada halkının mutluluğu için kaleme sarıldı.

            Bu protokolün imzalanmasıyla KKTC büyük bir ferahlama yaşayacak, yapılan yatırımlarla ülkemiz yeni bir çehre kazanacak.

            Protokolün imzalanması sırasında Fuat Oktay’ın şu sözleri gerçekten önemli ve moral vericiydi:

            “İmza attığımız bu anlaşmada temel hedefimiz yatırımlardır.  Amacımız, KKTC’de çarpan etkisi yüksek alanları güçlendirerek, kendi kendine yeten bir KKTC ekonomisinin oluşmasına katkı vermektir.  Bu anlaşma ile KKTC’ye bu yıl, iki buçuk milyar Türk Lirası yeni kaynak ayırıyoruz.  Geçen yıldan devreden tutarla birlikte toplam 3 milyar 250 milyon liralık bir destek öngörüyoruz.  Anlaşmanın temeli; dayanışmadır, samimiyettir ve kardeşliktir.”

            Bu sözler, tam da Türkiye gerçeğini ortaya koyuyor.  Cömert bir Türkiye, Kıbrıs Türkü’nün davasına duyarlı garantör Türkiye ve herşeyiyle yanımızda olan Türkiye...

            Bu anlaşmalar ve bu sözler bana bazı şeyleri hatırlattı, sıfırdan başladığımız, Rumların bizi bir paçavra gibi fılatıp attığı ve herşeyimizi kaybettiğimiz yıllara.

            Kıbrıs Cumhuriyeti büyük umutlarla ve Türklerin iyi niyeti ile kurulmuş bir Cumhuriyetti.  Lakin o zamanlardan olduğu gibi, şimdi de var olan ENOSİS hayalleri bu Cumhuriyeti ortadan kaldırmıştır.  Belki kimileri “Bu Cumhuriyet hala yerinde duruyor ve bizler hala yeni bir arayış içindeyiz” diyeceklerdir.

            Desinler canım.  Gerçek gerçektir esasında.  Ada bir pasta gibi ortadan bölündüğüne göre, Kıbrıs Cumhuriyeti fonsiyonlarının anayasal haklar bağlamında Türk siyasi ve milletvekillerinin görevlerinden uzaklaştırılması ile “yarım Kıbrıs’la” kendini “Kıbrıs Cumhuriyeti” martavalı ile dünyayı aldatan Rumlarla nereye kadar gidebilirdik?

            21 Aralık 1963 olayları bize göstermiştir...  Rumlar bütün Türk memur ve çalışanların maaşlarını kesmiş, sokaklarda insanları kurşunlayarak öldürmüş, sonra da dünyaya, “Biz Türkleri göreve çağırıyoruz ama gelmiyorlar” demişlerdir.  Hangi insan kurşunlar altında düşmanla yüzyüze gelebilir veya yana yana olabilir ki?

            Binlerce Türkü göçmen durumuna düşüren, evlerimizi köylerimizi yakan, tarlalardaki ürünlerimizi alıp götüren, çocuklarımızı babasız bırakan Rumların acımasızlıkları karşısında ne kadar aciz ve zor duruma düşmüştük. 

            O günleri yaşayanlar veya kitaplardan gerçekleri öğrenenler hatırlayacaklardır.  Anavatan bütün olanaklarını bizler için seferber ederek, para gönderdi, maaş gönderdi, ilaç gönderdi, doktor gönderdi, göçmenlerimize çadır gönderdi, kamyonlarla iaşe gönderdi.. Gönderdi babam gönderdi. Ve hala gönderiyor sağ olsunlar.

            O günlerde kurulan Genel Komite bir karar almıştı.

            “Devletten maaş çeken herkes 30 Kıbrıs lirası maaş alacak.”

            Şu 30 Kıbrıs lirası meselesine Dr. Küçük de dahildi, Cumhurbaşkan Yardımcısı olarak. Küçük memurlar ne alıyorsa, o da aynı maaşı alıyordu.  Öyle ikram izazmış, örtülü ödenekmiş, devlet olanaklarıymış, bunların hiçbiri yoktu.  Tam bir sıfırla başlamıştı hayatımız olaylarla beraber.

            Cepheleri tutan mücahit, halkımızın onurunu, malını, namusunu korumaya başlamıştı.

            Bir süre sonra Dr. Küçük  Halkın Sesi’nde matbaayı denetlemeye gittiğinde üç tane yabancı diplomat onu ziyarete gitmişti.  Bu diplomatlara ikram edecek özel bişeyleri yoktu.  Garsonu veya servis yapacak elemanı da yoktu.   Misafir diplomatlar için talimatı vermişti matbaadaki bir elemana.

            “Oğlum çık yukarı...  Söyle Süheyla’ya bize beş tane turunç macunu göndersin.  Yanına da su koysun.”

            Turunç macunu fakirin fukaranın turunç ağacından kesip ikram tatlısı olarak yaptıkları bir tür reçel türü Kıbrıs macunudur.

            Oradaki beşinci kişi edebiyatçı Mahmut İslamoğlu’ydu.  Misafirler resmi görüşmelerini yapıp, macunlarını yedikten sonra matbaadan ayrılmışlardı.  Mahmut Hoca’nın o günlerde matbaada bir kitabı basılıyordu.  Çok tuhafına gitmişti turunç macunları.

            “Efendim...  Bu diplomatlara başka bir ikramda bulunamaz mıydınız?” sorusunu sorunca, Dr. Küçük kendisine şu yanıtı vermişti:

            “Mahmut Bey, ben de herkes gibi 30 Kıbrıs Lirası alıyorum.  Kimse sanmasın bir Cumhurbaşkan Yardımcısı olarak normal maaşımı aldığımı, ikram izaz kalemimin mevcut olduğunu.  Hep beraber bu zor günleri atlatacağız inşallah Anavatan sayesinde.”

            Bu anekdotu neden anlatıyorum?

            Anlatıyorum çünkü yeni nesiller pek anlamıyorlar bu halkın nasıl var olduğunu, ne acılar çektiğini ve yoktan bir vatan yarattığını.  Genç nesiller hazıra kondular.  Hep arkalarında, önlerinde oldu nimetler.  Lakin bazı beyler hala ahkam kesiyorlar, “Birleşik Kıbrıs” diye.

            Şu protokolün imzalanması nedeniyle Ankara’ya giden Başbakan Ersan Saner’in arkasından şu sözler ediliyor:

            “Başbakan yine Ankara’ya dilenmeye gitti” diye edilen sözler...

            Hadi canım siz de.  O Ankara değil mi bize ta 21 Aralık 1963 olaylarından bugüne kadar hayat veren?  Lütfen nankör olmayalım.

            Anavatan “grak” dedik, kursağımıza su verdi, “gruk” dedik ekmek verdi, aş verdi, maaş verdi.  Daha ne be arkadaş? 

            Yani Anavatan olmasaydı bizler bu günleri göremeyecektik, öyle değil mi?  Bizler bugün hayattaysak, bizler bugün çağdaş dünyada bir yer edinmişsek, ünüversitelerimizi, sanayi bölgelerimizi, doğu-batı, kuzey-güney karayollarımızı, bütün iletişim ağımızı, borularla getirdiği suyumuzu sağlamasaydı biz hayatta var olabilir miydik?  Olamazdık elbette.

            Yani Anavatan olmasaydı, değerli okurlarım...