İnsan hangi yaşa gelirse gelsin, mutlaka hayatının çok önemli kesitleri ve unutmazlııkları vardır.  Özellikle biz Kıbrıs insanları, pek çok  şey yaşamışız geçmişte.   O bağlamda çok büyük hayat kavgası veren insanlar yaşayabilmek için, hem acıl çekerler, hem de psikolojik yıkımlara uğrarlar.

Genellikle genç kızlar, her zaman hatıra defteri tutarlar ve unutamadıklarını o deftere yazarlar.  O gençlik yıllarının unutulmazları gerçekten muhteşemdir.  Kız çocukları daha bir duygusal olurlar bütün hayatları boyunca.  O nedenle hatıra defterleri onların bir arkadaşı gibi olur.

Anılarını yazanlar, çok önemli olayları günlük tutarak muazzam bir veri elde ederler.  O veriler bir gün kocaman bir kitap haline dönüşür.

Bazen televizyonda nostaljik filmler izleriz...  Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi diktatoryasından kaçıp kurtulan insanların dramı , belgelenme açısından nerdeyse bir asır ötesine taşınır. 

Günlük tutmanın eş anlamlısı, “etkilenme ve unutulmazlık”tır.  İnsan bir olaydan etkilenince bütün duygularını o deftere döker.  Hani bir arkadaş gibidir o hatıra defteri ve unutulmayanların yazılışı...

“Anne Frank’ın Hatıra Defteri” diye bir kitap vardır.  O kitabın yazarı, Yahudi asıllı bir ailenin küçük kızıdır...

İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananlardan sonra 1947’de yayınlanan bu kitap, bütün dünyayı kırdı geçirdi ve “en çok okunan kitap” kimliğini kazandı.  Kitap hala yeni baskısı ile okurların önünde duruyor.  İkinci Dünya Savaşının hemen sonrasının Hollanda bakanlarından birisi şu ifadeyi kullanıyor bu kitap için:

“Dehşeti anlayabilmek için bu kitap okunmalıdır.”

“Rüzgarlı Tepeler” adlı roman da eski çağlarda yaşamış üç İngiliz kızkardeşten birisin anılarıdır.  Hitler’in, “Kavgam” adlı kitabı, onun yaşadıkları ve mahvettiği insanların hayatına dayanan anılardan oluşuyor. 

Tabii ki Hitler’i Hitler yapan unsurlar ihtiva eden “Kavgam” adlı kitap, sosyolojik ve psikolojik anlamda insanın tüylerini diken diken eden o acımasızlıkların anlatısıdır.

Geçenlerde bir kitap okumuştum...

“Mevhibe” isimli kitabın yazarı, İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan’ın kaleme aldığı anısal bir kitaptır.  Pek çok belgeyi ve araştırmayı bir araya getirerek ve kendi yaşadıkları ile onları harmanlayarak o kitaba hayat vermiştir.  Kitap biyografik bir eserdir.  Bir diğer deyişle yazılan anılara dayanır.

Menderes’in asılmasına ilişkin pek çok anısal ve unutulmazlar kaleme alınmıştır.  İnsan yapısı genel olarak, “Kabul edilenlerle, kabul edilmeyen” bir görüntü veriyor.  Zaten insanın kabul edemedikleridir yaratıcılığına katkı koyan.

Unutulmayanlar da o anlayışın bir başka şekilidir.

Rahibelerin hayatı da hayli ilginç ve sürükleyicidir.  Rahibelerin yaşantısı ve hatıralarına ilişkin nice kitap okudum ve buna ilişkin filmler de seyrettim. Genç bir kadının kendini bir manastıra hapsetmesi ve cinsel arzuları ile cebelleşmesi, Allah’a ihanet gibi br görüntü verirken, o rahibenin kendi iç kavgaları ve duyguları ile cebelleşmesi bir başka veridir, bir eseri yaratmada.  Adeta cennetle cehennem arasına sıkışmış duyguların anısal anlamda kaleme alınması hayli ilginçtir.

Rusların ünlü siyaset adamları veya yazarları ne kadar çok acı veren bir ortamda hayat sürmüşler.  Ünlü roman ve öykü yazarı Cengiz Aymatov’u da Aymatov yapan, acılarıdır ki günlük tutarak ve “kabul edemediklerini” kitaplaşatırmak erdemini göstermiştir.  Şayet siz bir çocuksanız ve babanız, diktatör bir rejim tarafından sizin gözlerinizin önünde kurşuna dizilmişse, o acı duygularınızı kağıda dökmez misiniz?  Anılarınızı yazmaz mısınız?

Bazen İkinci Abdülhamit’in soyundan Osmanlı torunlarının sürgün hayatı kitaplaşır ve o kitap, bütün dünyanın önüne konur.

Koskoca bir Osmanlı İmparatorluğunu düşman devletlere peşkeş çeken bir padişahın torunu olmak, acizlikle bütün ülke insanın hayatını tehlikeye atmak ve o büyük zafer sonrasında demokratik ve Cumhuriyet dönemine girmek, onların sürgün hayatının bir gerekleri haline gelmişti.  O demokrasinin ve Cumhuriyetin mimarı büyük Atatürk’tür elbette.

Bir kız çocuğu, padişahın kızı veya torunu, Boğaza nazır o Dolmabahçe sarayında geçirdiği müthiş hayatı arkada bırakarak Paris’in ıslak sokalarında kendini  bularak, o zorunlu hayatı yaşarken iç kavgalarını kağıda dökmek gerçekten ilginç ve acı vericidir.

Biz Kıbrıs insanına gelince...

Gerek Ulusal Lider Dr. Küçük’ün, gerekse KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Raif Denktaş’ın anıları da kaleme alınmış eserlerdir.  Şimdi o kitaplar tarihe ışık tutmaktadır.

Zaman zaman gerek köşe yazılarımda, gerekse geçmişte yayınladığım televizyon programlarımda verdiğim en önemli mesaj, “Bütün bu davanın içinde büyük kavgalar veren insanların,  mücahitlerin ve acılar yaşamış  pek çok kişinin mutlaka hatırlarını yazmaları gerekir” mesajıydı.

Bilemiyorum...  Bugüne kadar kaç kişi hatıralarını yazmıştır.  Hatta şöyle demiş ve pelk çok kişiyi de ikna etmişimdir.

“Önünüze bir defter açıp, gelişigüzel geçmiş hatırladıklarınızı o deftere yazınız.  İmla hataları veya düşük cümleler hiç önemli değil.  Şayet siz onu bir kitap haline getiremezseniz, mutlaka sizin evlatlarınızdan veya torunlarınızdan birisi o yazdıklarınızı kitap haline getirecektir” mesajını da vermişim. 

Yani kısacası kesinlikle hiç üşenmeden ve yorulmadan bir günlük tutun veya geçmiş yaşadıklarınızı anı olarak belgeleyiniz, diyorum.