Dün, gazetelerden birinde yıllar önce Araplar’a satılan kızlardan birisinin yakınlarının iz sürerek Kıbrıs’a gelip Lefke’de buluşuna dair bir mülakat vardı.  
Takriben bir asra yakın önce ailesi tarafından Araplara satılan bir kızın yıllarca ailesini görememesi ve özlemleri ile yaşaması ne kadar zordu.
Neriman Cahit dostumun çok güzel bir araştırma kitabı var.
“Araplara Satılan Kızlarımız” adını taşıyor o kitap.
Hatta Neriman Cahit, bir başka yazar arkadaşla birlikte Filistin ve Mısır’a giderek ulaşabildiği satılmış kızlarımızı buldu ve uzun uzun onları konuşturdu.  O konuşmaların ve anlatıların her biri bir film olur esasında. Nedense bu konuda kimse bir film çekmeyi düşünmedi.  Esasında ünlü film yapımcısı Kıbrıslı dostum Derviş Zaim’e “İlk ve Son Resim” adlı birinci öykü kitabımı gönderdiğimde bana şöyle demişti:
“Kitaba ismini verdiğiniz İlk ve Son Resim isimli öykünüz, araplara satılıp da daha sonra yaşadığı ortama tahammül edemeyerek adaya dönerek fahileşik yapmaya başlayan ve bilmeden yıllar sonra kendi öz oğlu ile cinsel ilişkiye giren kadının hayatı tam bir filmliktir. Böyle bir filmi yapmak hayli zor.  Çünkü bu filmin gerçek sahnelerini yerinde ve o yaşam ortamında çekmek lazım.”
Derviş Zaim doğru söylemişti.  Halbuki ortaya bir yürek konsa ve öyle bir hikayenin daha da beslenerek filmi çekilse, belki de uluslararası film festivalinde ödül alır.
Her ne ise...
Biz yeniden Araplara satılan kızlarımızın yaşadıkları darama ve acılara dönelim...
  1900’lü yılların başında Kıbrıs’ta çok büyük bir fakirlik ve yokluk vardı.  İkinci Dünya Savaşı öncesinde bazı Araplar Kıbrıs’a gelerek çocuk yaştaki kızlarımızı para karşılığında alıp kendi memleketlerine götürürler ve bir kere daha arkalarına bakmazlardı.
Bir düşünün... Çok çocuklu aileler, yokluktan ve geçimsizlikten bazı kızlarını ne idüğü belirsiz araplara satarlar ve onlar da genç kızlarımızı kendilerine eş yaparlardı.  Halbuki çağdaş düşünen kültürlü ve gün görmüş aileler veya kendini bilen aileler, kızlarını birisini istediğinde, türlü yollardan damat adayının geçmişini soyunu sopunu yüz kişiye sorarlar ve kızlarını öyle evlendirirlerdi.
Bir düşünüyorum... Yani empati yapıyorum... Şayet benim on tane kızım olsaydı ve açlıktan ağzım koksaydı, tek birini dahi dizimin yanından ayırmazdım.  Şayet ben açsam, onlar da aç yaşarlardı.   Taş mı yerdik, toprak mı yerdik, yerdik ama hep beraber olur ve hayatın akışında geleceğimizi arardık.
Ne yazık ki o dönemin fakir ve cahil anne babaları bazı evlatlarını gözden çıkarmışlar ve bilmedikleri insanların koluna takıp denizler ötesinde bir meçhule göndermişlerdir.
Kıbrıs’a kız satın almak için gelen Arapların bazıları kendilerini doktor, avukat, tüccar ve zengin göstermişlerdi.  Gerçekte bazı kızlarımız iyi yere düşmüştü.  Ama çoğu, çok büyük bir hayal kırklığına uğradı ve yıkımları ile yaşadı.  Bir genç kızın ne kadar hayalleri ve duyguları vardı.  Ama gelin görün ki, dilini bile bilmediği bir adamla sürüklenip gitmiş ve Filistin veya diğer arap üleksine gittiklerinde kocalarının birkaç karısı ve iki düzineden fazla da çocukları olduğunu görmüşlerdi. Ne acı değil mi?
Arap’ın umurunda mıydı yeni karısının duyguları ve hayalleri?
Yıllar içinde birçok kızımız evlatlarını arkalarında bırakarak binbir zorlukla Kıbrıs’a dönmüşler ve bir kere daha evlatlarını görememiş, sonra da acılar içinde ölmüşlerdir.
Mesela dünkü mülakattaki aile, 14 yaşında bir Arap’a satılan Arife Salih’in dramıdır.  Arife Salih o hayata alışınca orada yaşamayı ve çocuklarını arkada bırakmayı istememiş. Herhalde kocasının durumu da iyiydi.  Yani şanslı kızlarımızdandı Arife Salih.  Şimdi Arife Salih’in evlatları Kıbrıs’a gelmişler ve bütün akrabaları ile tanışmışlar.  Doğrusu o buluşma sahneside bulunmayı çok isterdim.
Odum olası şu satılan kızlarımızın dramına ilgi duymuş ve gerek romanlarımda, gerekse öykülerimde bu konuya değinmişimdir.
Kabul etmek lazım...
Bir dönem için Araplar’a satılan kızlarımızın yaşadıkları acılar ve kanayan yaralar hiçbir zaman kapanmadı ve kapanmayacak.
Neriman Cahit söz konusu kitabında, Rumların bile Türklere “Kızlarınızı satmayın ne idüğü belli olmayan o pis Araplara” demişler ama halkımızı tam olarak bu konuda frenleyememişiz.
Bu olayların üzerinden ne kadar zaman geçmiş?
O kızlarımızdan kaçı hayatta kalmış ve kaçı ailesini aramış veya evlatlarına, hatta torunlarına Kıbrıs’taki ailelerinin soy ağacını vererek “Kıbrıs’taki akrabalarını bul ve onlarla tanış” demiştir?
İşte öyle bir acının tablosudur esasında bunlar.
Allah bir kere daha insanlarımızı o veya ona benzer durumlara düşürmesin.
Artık düşürmez canım.  Çünkü dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik şartlar değişti.  Kültürel yapılaşma en üst düzeye geldi. Eğitim ve dünya görüşü çağdaş bir zeminde seyreder oldu.  O nedenle biz ve bizden sonraki nesiller çok şanlıdır diyorum.
Kısacası Araplara satılan kızlarımızın yaraları hala kanıyor.