Bazı sözcükler vardır, beyninizde yer eder. Benim için erozyon sözcüğü de öyledir, çünkü bir dönem, “Kıbrıs adası” ile bütünleşmiş gibiydi “erozyon” sözcüğü! Kıbrıs’ı çağrıştırırdı. “Türkiye, erozyonla her yıl Kıbrıs adası kadar toprak yitirir” söylemiydi, bu sözcüğü çıkmamacasına beynime kazıyan! 
    Yazının başlığını “AŞINIM (EROZYON) YALNIZ TOPRAKTA OLMAZ” diye atmamın nedeni, bu kavramın aslında toprak aşınmasını anlattığını, oysa başka konuda da söz konusu olabileceğini işaret etmekti. 
Örneğin Kıbrıs’a federal çözüm konusu! 
Kıbrıs’a federal çözüm konusu o kadar aşınıma uğradı ki, artık gerçekçi olma niteliği buharlaşarak düş olmanın ötesine de geçti ve gerçekleşmesi olanaksız bir ütopyaya dönüştü.

RUM TARAFI ÜNİTER DEVLETE 
KAPALI BİR ÇÖZÜME 
ASLA EVET DEMEZ
Günlerdir, Rum tarafı Gutteres Belgesi denen “ne idüğü belirsiz” şeyin tartışmasını yapıyor. 30 Haziran belgesi yanında 4 Temmuz belgesi da varmış, falan da filan ama 4 Temmuz belgesi aslında hiç yokmuş, Yani olmayan bir belgeyi, olası görüşme sürecine sokuşturmak istiyor Rum tarafı!
Bunun nedeni ya da özü nedir biliyor musunuz? Çünkü yaklaşık 50 yıllık  görüşme sürecinin özü aslında çok yalındır: Rum tarafı hep Türk tarafına kazık atma peşinde oldu; Türk tarafı da kazık yememeye çalıştı. 
50 yıllık görüşme sürecnin özü ve özeti budur. 
30 Haziran - 4 Temmuz şaşırtmacasının amacı da budur, Türk tarafına yeni bir kazık atmaktır. 
Rum tarafını çok ama çok iyi tanıyan bir dost, “şunu bilin ki Rum tarafı asla eşitlikçi ve uniter devlete kapalı bir çözüme asla evet demez; eğer Rum tarafı bir gün bir çözüme evet derse, bulunmuş olan o çözümde uniter devlete dönüşmeye olanak verecek bir delik/boşluk var demektir” demişti. 
Ve bu saptamayı, ben de yıllar öncesinde yapmıştım.  Rastlantı bu ya, aynı gün o dostla görüşmeden, ben yine dile getirmiştim tıpatıp aynı değerlendirmeyi bir dost meclisinde!
Şunu belirtmiş olayım. Rum tarafındaki güçlü “Elenizmos” ülküsü hiç ama hiç aşınıma uğramadı. AB üyesi olduklarında, zamanın ılımlı diye pazarlanan başbakanı Simitis’in “Enosis gerçekleşti” söylemini unutmak mümkün değil! Ne de daha kısa sure once yaşanan ENOSİS tartışmasını! 
Sözün kısası Enosis hayali potansiyel olarak orada duruyor ve üniter devlet, adı konmadan Enosis’in gerçekleşmesi olarak algılanmaktadır Rum toplumunda!        .

KIBRIS’A FERERASYON 
TEZİNİN AŞINIMI KOLAY 
OLMADI
Federal çözüm ümidinin aşınıma uğrayıp ütopyaya dönüşmesi, elbette ki kolay olmadı ama oldu. Nedenleri de çok! Çok da geri gitmeden, başlayayım: 
• Vadedilen cennetten sonra gelen Annan planı hüsranı!
• Annan Planı öncesinde AB’nin ve kasaba politikacısı AB yetkililerinin verdikleri sözleri tutmamaları! 
• Hep suçlanan, çözümsüzlüğün sorumlusu sayılan Denktaş’ın gitmesine karşın, çözümsüzlüğün süregitmesi! 
• Mehmet Ali Talat – Hristofyas eşleşmesinin bile sonunun hüsran olması! 
• Çözüm savıyla gelen Mehmet Ali Talat’tan sonra, Akıncı’nın da kayaya toslaması. 
• Crant Montana ve ondan sonra söylenenler!
• Ve tabii ki, Mehmet Ali Talat’ın söylemleri (“mümkün olsa bize nefes aldırmayacaklar” gibi mesela) Ve de Sayın Akıncı’nın Crant Montana öncesi ve sonrasında söyledikleri (“bizim kuşak yapamadı” gibi)
• Elbette ki hiç bitmeyen Enosis riski, 50 yıldır kazık yememe çabasının yorgunluğu!
• Belki de en önemlisi şu: 1960 ortaklık cumhuriyetini yıkan Rum hedeflerinin, onca yıl geçmiş olmasına; savaşlar, göçler, ölümler, insanlık dramları yaşanmasına karşın, hiç ama hiç değişmemesi! (1963’te anayasada istedikleri ve tümüyle Türklerin eşitlik ve ortaklık haklarına yönelik olan değişiklikler ile günümüzde istedikleri, “öz” ve “ruh” olarak aynıdır. Eşitliğimizi ve paylaşımı yok etme!)
Bu saydıklarımın federal çözüm ümitlerini aşınıma uğratmaması düşünülebilir mi? Üstelik yalnız bunlar değil! Ben bir anda aklıma gelenleri söyledim.

CİNSLER ARASI 
YAKINLAŞMALAR BİLE 
YOKSA…
Bir de görünmeyen nedenler var. Örnek olarak 2003’te kapıların açılmasının sonuçları! 
Anımsayın o günleri! Kıbrıs Türkleri, romantik bir yaklaşım içine girmişti. Gelen Rumlar bağırlara basılıyor, yana yana dostluklar aranıyordu. O kadar ki dostluk kurabilenler kıskanılıyordu. Ne oldu peki? Sıfır sıfır elde hiç! Süreç, aradaki güvensizliği uçurumlaştırdı. Genç kuşaklar birbirini tanıdıkça uzaklaştı. 
Dahası var. Kıbrıs’a benzer toplumlarda, yani Osmanlı geşmişi ve geleneği olup da iki ya da çok kültürlü/dinli/ulusal kimlikli toplumlarda (ki bu toplumlar daha çok Balkan toplumlarıdır), kültürler arası, dinler arası, ulusal kimlikler arası evlilik oranları, Kıbrıs dışında çok yüksektir. Kıbrıs’ta da böylesi evlilikler vardı elbette ama azdı. Orana vurulmayacak kadar azdı.
Geçmişi bir yana bırakalım. Artık Kıbrıs’ta Avrupalı (Rumlar) ve Avrupalı olduğunu sananlar (Türkler) var. Çağdaşlık var. Cinsler arası ilişkilerin hiç yadırganmadığı bir ortam var. Bu durumda, 2003’te kapıların açılmasından sonra, toplumlar arası flörtler, yakınlaşmalar, Kıbrıs deyişiyle sevişmeler, ilişkiler ve evlilikler olması; hatta bu ilişkilerin tavan yapması gerekmez miydi? 
Oldu mu peki? Yooo, olmadı. Elbette bazı ilişkiler var ama çok az! Medyatik birkaç olay dışında tısss!
Peki ama nasıl olur bu? İnsan doğasına, cinsler arası güdüsel çekiciliğe, sosyolojik-psikolojik-sosyo-psikolojik  gerçeklere ters değil mi bu durum? Ve bunun, kişisel bağlamda ilişki kuramayan, ortaklık kuramayan insanlarda olumsuz bir algı yaratmaması, olumsuz etkinin ortaklık demek olan federal çözüm isteğinde aşınım yapmaması olanaklı mı?  

GÜVENLİK/GARANTİLER 
KONUSU DA VAR

 Dünyada çok sayılı anlaşmazlıklar var ama bizdeki gibi, doğrudan bir tarafın (yani Kıbrıs Türk Halkı’nın) “var olma ya da yok olma” sorunu ile ilgisi olanı yok sanırım. Ne yazık ki ortada “ironi” diye nitelenebilecek bir durum var. Üstelik Türk tarafı bakımından en kötü yönetilen konu olduğunu düşünüyorum. 
Bu sayfada çok yazdım: Bence garantiler bir yana, diğer konuların tümü bir yana! Garantiler yoksa ya da var da sulandırılmışsa gerisine bakmam bile! Gerek yok buna! Çünkü garantiler Kıbrıs Türk Halkı’nın varlık nedenlerinden biridir. Birincisi, Kıbrıs Türkleri’nin direnebilmesidir. İkisi olmasaydı, bugün bu adada Türk varlığı olmazdı.
Sormak gerekir:
Türk tarafının böylesi yaşamsal konuyu bu kadar esnetip yönetememesinin, çözüme ulaşmamanın nedenlerinden biri durumuna getirilmesinin, federal çözümün aşınımında etkisi olmaması olanaklı mı?