Eskiden gazeteler hep siyah mürekkeple basılırdı 10 Kasımlar’da.  Ata’nın ölüm yıldönümü olduğu daha çarpıcı ve daha dramatik görüntülerle verilirdi hatta.  Onun veciz sözleri teker teker sıralanırdı gazete sayfalarına. Bazen de çocuklarla çekilmiş resimleri, bazen bir traktörün üstünde köylülerle haşır neşir hali, bazen de yaşlılarla muhabbet dolu görüntüleri yer alıdı gazetelerde.

         Bir motif gibi her Türk’ün hayatına giren “Atatürk virüsü” her geçen günlerle daha da yayılıyor bedenlere ve ruhlara.  Özellikle gençlerin ve çocukların beyinlerine giren bu virüs, bir kere daha hiç çıkmamak üzere o bedenlerde biçimleniyor, bilgilerle ve anılarla donanıyor, sonra daha da boy veriyor o genç bedenlerle birlikte Atatürk dinamizmi ile.

         Esasında tıpta “virüs” kötü anlamda kullanılır.  İnsan hayatını mahveden bir kötü mikrop.  Lakin ben sevgili Atamızın manevi varlığı ile özdeşleşen o büyük ideallerini bir virüse benzetmek istedim, onun aziz hatırası önünde eğilirken.  Bu benzetme kötü anlamda bir benzetme değildir sevgili okurlarım.  Onun ürettikleri, onun yarattıkları ve o uzun perspektifteki idealleri, her Türkün benliğine girmesi gereken ve orada hayat bulması şart olan bir virüse benzemez mi?  Lakin bu virüs, başka bir virüstür.

       Bütün dünya devletlerinin takdir ettiği, kendine örnek olarak aldığı BÜYÜK ATATÜRK, bugün bütün dünya üzerindeki kavgalar temelinde yatan özgürlükçü demokrasinin ve kurtuluşun timsali olarak bütün dünya siyaset vitrinlerinde duruyor.  Herkes onu takdir etmeye devam ediyor.

       O çocuk yıllarımızda okunan bir şiir vardı 10 Kasımlar’da okunan.  Minicik parmakların tuttuğu çiçekleri, onun büstünün veya Girne Kapısı’ndaki o heybetli heykelinin önüne bırakırdı çocuklar, Kıbrıs’ta.   Tabii ki O büyük insanın Anıtkabrindeki törenler daha bir görkemli olur.  Onu anarken de çok anlamlı şiirler okurlardı.  Okul sıralarında.

      Bir tanesini hala anımsıyorum, Ata’nın ölüm döşeğindeki durumunu anlatan şiiri...

     “Doktor doktor kalksana,

      Lambaları yaksana,

      Atam elden gidiyor,

      Çaresine baksana!”

      Bundan bir süre önce oğlum bana bir şiir cd’si getirmişti Attila İlhan’ın kendi sesinden okuduğu şiirleri içeren, İstanbul’dan.  Özellikle bir tanesi vardı ki, gerçekten insanın tüyleri diken diken oluyor onu dinlerken.

      “Mustafa’m, Mustafa Kemalim, sen öldün ölenler dirildi,

       Dirilenler bir başka oldu ülkede,

       Sen bize böyle bırakmamıştın bu vatanı v.s.” gibi dizeler.

       Esasında şiirin tümünü buraya alsam, daha da etkileneceksiniz. Lakin alamadım.  Sadece okunurken gözlerim doldu.

       Attila İlhan bir demokrasi ve kurtuluş şiirini, evrensel değerler bağlamında bütün dünya ülkelerindeki savaşları örnek göstererek, o şiirin son dizelerinde şöyle diyor:

       “Ve yepyeni bir Mustafa Kemal bayrağı...”

        Mustafa Kemal’i andığımız bu 81’nci ölüm yıl dönümünde, hem onunlayız hem onsuzuz.  Onsuz yaşamaya alıştık desek de, onu görmeyenler, onunla birlikte olmayanlar, bir tarihin sayfalarından çıkan güçlü bir kurtarıcının her hücresini ve her zerresini ezberlemişizdir.  Onun yaktığı ateşle yandık her zaman, onun yaktığı ateşle kendimize yol açtık ve yürüdük.

        Şayet bugün Atatürk yaşasaydı, ihaneti kendine bir görev bilen, masum Mehmetçiklere kurşun yağdıran, vatan bekçilerimize ölüm kusturan teröristlere geçit verecek miydi?  Vermeyecekti.  Belki de bu nankörler, onu bir vatan haini ilan edecekti.

        Tarih bazen hatalara düşebiliyor.  Veya tarihin akışı içinde insanlar kahramanken, hain olabiliyorlar, darbelenebiliyorlar, yaptıkları yıkılabiliyor ve farklı görüş ve düşünceler süreci başlayınca, heykelleri de yıkıveriyorlar.

        Bazen o büyük insanın çok genç yaşta aramızdan ayrıldığını düşünürüz de üzülürüz. Esasında üzülmemek lazım.  Çünkü otuz yıl daha yaşasaydı, mutlaka yine ölecekti.  Allah’a olan can borcunu ödeyecekti.  Belki de onun genç yaşta ölümü, onun onurlu geçmişinin nankör insanlarca törpülenmesine bir yerde  engel teşkil etmiştir.  Atatürk için ne kadar övgü dolu sözler söylesek, ne kadar onun hatırasına yazılar, şiirler yazsak, onun gerçek değerini hiçbir şeyle tanımlayamayız ve onu olması gereken en yüce mertebeye ulaştırma gücünü var edemeyiz.  O yücelir, biz onun arkasından koşarız, geçen yorgun yıllara karşın.

       O bağlamda dile getirmeye çalışıyorum “Atatürkle Atatürksüz Yaşamak” sözlerimle, o büyük insanın bütün güzelliklerini.

       Bir kez daha ona Allah’tan rahmet dilerim.  Onun çizdiği yol, bütün Türk gençliğinin ve bütün halkının yoludur.