Bugün, o büyük taarruz ve zaferin üzerinden tamı tamına 95 yıl geçti.  Bir asra yakın bir zaman...
Türkiye coğrafyası düşman çizmeleri ile çiğnenirken, elbette güçlü bir asker ve güçlü bir inanç bir gün gelip doğacak ve karanlıklar içinde boğulmak üzere olan Türk ulusu’nu kurtaracaktı.  Osmanlı’nın en acı ve en zor günleri, işte o günlerdi.  Bütün düşmanların koskoca Anadolu’yu parselleyip büyük hayaller kurduğu ve geleceğin “yeni bir ülkesi” olacağı varsayımı tümden suya düşmüştü o büyük taarruzla.  İşte o kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk’tü.
O büyük savaş 30 Ağustos 1923’te zaferle sonuçlanırken, Atatürk yıllar sonra şu veciz sözleri söylemiştir:
“Biz kimsenin düşmanı değiliz.  Sadece insanlığın düşmanı olanın düşmanıyız.”
Yine bir başka veciz sözü de şuydu büyük Ata’nın.
“Yurtta Sulh, cihanda sulh.”
Bir de şu sözlerine bakınız!
“Düşman yok, yenilir vardır.”
Büyük Ata’nın verdiği dostluk ve kardeşlik mesajları, bugün hala bütün dünyada kabul görüyor.  Tabii ki Türk basını ve Türk insanı bu sözleri kendi hayatına yerleştiriyor.
Bu sözlerin içeriğinde, “Biz kimseyi yenmedik, sadece topraklarımıza göz dikenleri topraklarımızdan temizledik.  Lakin unutulmamalıdır ki, nice savaşlardan sonra hayat devam eder ve milletller bütünlüğünde dostluklar gelişir.  O bağlamda ‘düşman yok, yenilir vardır’  bunu unutmayın”mesajı vardır.  
Gerçekte o mesajını verirken, yenmenin bile bir onurunu kendi siyasi adabı içinde dünyaya çok güzel mesajlar vermiştir Yüce Ata.
Atatürk’ü başarıya götüren en önemli şey, kendine ve Türk halkına olan güvenidir.  O bağlamda bir orduyu zafere götürmenin dinamiğini görerek, ordusuna şu mesajı vermiştir:
“Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum.  Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvetler ve başka komutanlar alabilir.”
Bu mesajda ince ayarlı bir zaman yarışı vardır.
“Sakın yaşamak için zaman harcamayın.  Çünkü karşımızdaki düşman, bu mukaddes toprakları ele geçirmek için bir saniye bile kaybetmek niyetinde değildir.  O nedenle taarruz değil, bu toprakları kurtarmak için ölümüne savaşacaksınız” anlayışını ortaya koymuştur.
Ne kadar cesur Mehmetçik hayatını kaybetmiştir o savaşta...
Ne kadar yürekli ve inançlı insan hayatını koymuştur ortaya.  İşte o inançtır ki bugün kutlanmakta olan 30 Ağustos Zafer Bayramı, o yüreklerin ve o şehitlerin eseridir.
Atatürk başarmanın dinamiğini bir de şu sözlerle koyuyor ortaya:
“Zafer, zafer benimdir diyebilenlerindir.”
Ne kadar anlamlı ve ne kadar etkileyici sözler...
Gerçekte her Türk insanının o savaş meydanlarını ve ordumuzun geçtiği o zor toprakları yıllar sonra da olsa gezip görmelidir.  Belgelerle ve delillerle göbebileceğimiz ne kadar ilginçlikler vardır tahmin edebilir misiniz?
Mesela bir Çanakkale savaşı, bütün çehresi ile orada anıtsal verileri ile dünyanın gözü önünde duruyor.  O körfezin üzerine dikilen özgürlük anıtı ve dalgalanan devasa bayraklar insanın içine hem sevinç, hem de hüzün veriyor.  Sevinç, başarmanın görüntüsüdür.  Hüzünse, sıra sıra toprak altında yatan şehitlerin mezarlarıdır.
Bütün hırçın rüzgarlar o Çanakkale körfezini ve çam ormanlarını yalar yalar durur.  O mezarlar da “Zafere inanan Türk askerlerinin” mezarlarıdır.
Bugün bile bütün dünya bir soru soruyor kendine:
“Atatürk ve Türk milleti bu zaferleri nasıl kazandı ve Türkiye’yi kurtardı?”
Gerçekten bu soruyu hala Türkiye’yi parsellemeye kalkan ulusların araştırmacı ve tarihçileri sorup sorup duruyorlar.
Önemli olan nedir bilir misiniz?
Atatürk’ü ve kazanılan zaferleri, dinamizmi ve inançları unutmamaktır.  Atatürk şöyle demişti:
“Önemli olan Türk milletinin beni ve veciz sözlerimi unutmamalarıdır.”
Evet!
Bizler Türk ulusunun bireyleri olarak O büyük askeri unutmadık ve her zaman önünde saygı ile eğildik.  Ömrümüz ve nesillerimiz sürdüğü sürece de Atatürk’ü hatırlamaya ve başarılarını nesilden nesile aktarmaya devam edeceğiz.
Nur içinde yat Yüce Ata’m ve bütün şehitler...