Dünya koronavirüs belasıyla savaşırken insanlar birbirlerinin ne durumda olduklarını sorup duruyorlar.  Özellikle uzakta olan yakınlarımızı merak ederken, gayri ihtiyari şu soruları da sorarız kendilerine:

            “Orada sizin durumunuz ne?  Bu virüsle ve idarenin aldığı önlemlerle nasıl baş edersiniz?  Normal bir hastalığınız olduğunda herhangi bir hastaneye gidip sağlığınızı kontrol edebiliyor musunuz?”

            Bu soruları, İngiltere’de yaşayan yeğenime, yani ablamın kızına  sormuştum.  Kendisinin bir sürü kalp sorunları ve şekeri var. Kıbrıs’a her gelişinde doktora baş vurur, ilaçlarını ayarlardı.  Hatta bir de ağır bir kalp ameliyatı geçirmişti.  Yaşı 65-70 civarındadır.

            Kendisine bu soruyu sorduğumda bana aynen şu yanıtı vermiştir:

            “Dayı, bizler burada 65 yaş üstündekiler maalesef ölüme terkedildik.  Burada bir adam rahatısız olsa, ambulans göndermezler. Ne de arayıp sorarlar.”

            Tabii ki onun içinde bulunduğu sağlık sorunları, sürekli doktor kontrolunda olması gerektiğinden, stresi ve endişeleri daha da büyüktü.

            O zaman düşünmüştüm...

            İngiltere’de 65 yaş üzerinde kaç kişi vardır?  Kaç milyon insanın doktora ihtiyacı var?  Özellikle bakımevlerindekiler daha da kötü durumda mı?

            Gerçekten de durum öyle imiş.  Zaten her gün televizyon haberlerinden ülkelerin bu virüsten ötürü yaşadıklarını görebiliyoruz. 

            Acaba  İngiltere’nin sağlık birimleri gerçekten çaresiz miler?  Gerçekten hastalara tahsis edilecek yatak sayısı tükendi mi?  Veya, ilaç ve korunma malzemeleri yetersiz mi kaldı.  Vaka sayısı, beklenenin üzerinde mi seyrediyor?

            İşte bütün bu soruların yanıtı, “İngiltere 65 yaş üzerindeki insanları ölüme terk etti” dir.

            Bundan bir süre öncesini düşünün...

            Evet bundan takriben 40 veya elli yıl önce Türkiye veya Kıbrıs’ta birisi ağır hasta olsa, kendi ülkelerindeki hastanelere ve doktorlara güvenmediklerinden, soluğu Londra’da alırlardı. Özellikle parası olanlar.  Neden?  Çünkü o dönemlerde İngiltere sağlık birimleri, dünyanın en gelişmiş ve en mükemmel doktorlarına sahiptiler.  Şimdi öyle mi?  Onu da değerlendirelim...

            İngiltere’de normal zamandaki sistem, her mahalleye bir doktor tahsisi sistemidir.  Bir ara kamu görevlisi iken Londra’ya gittiğimde o yeğenim rahatsızlanmış ve mahalle doktoruna baş vurmuptu.  Bu konu açılınca bana şöyle demişti o yakınım:

            “Burada her mahallenin bir doktoru var.  Şayet sağlık kontrolundan geçecekseniz, mutlaka önce mahalledeki doktorunuzla görüşmek zorundasınız. Aksi takdirde kimse sizi daha büyük hastaneye sevkedemez.”

            O zaman bir soru sormuştum...

            “Mahalle doktorlarınız uzman kişiler mi?”

            “Ne uzmanı canım.  İşte hepsi de pratisyen hekim.  Sizin sorunlarınızı anlamazlar, icab ederse bir kağıtla sizi başka hastaneye sevk eder, şayet uygun görürse.”

            O zaman bir soru daha sormuştum.

            “Mahalle doktorunuz İngiliz mi?”

            “Hayır.  Pakistanlı bir çocuk” demişti o yakınım.

            Bütün bunlar kafamda şekillenirken, ortada bir güvensizlik durumu olduğunu anladım.

            Bütün bunları gözlemler ve yaşarken, tümden Türkiye’nin gelişen tıp dünyası, süper doktorları, süper hastabakıcıları, hijyen hastaneleri ve süper bakım ve tedavileri gelmişti aklıma.   Gerçekten Türkiye bugün her alanda olduğu gibi tıp alanında da en üstteki sıralardadır.  Her alanda nice uzmanları ve profesörleri var.  Bu da bize gurur veriyor. 

            Hani o “adı büyük, g’ü kovuk İngiltere?” derler ya...  İngiltere’nin de bir zamanlar adı kaldı. 

            Artık eski zamanlarda değiliz.  Artık çareyi Avruıpa’nın çeşitli ülkelerinde aramıyoruz.

            Şu anda Türkiye içinde bulunduğu koronavirüs savaşından büyük bir başarı ile çıkma noktasına doğru yaklaşıyor.  Alınan çok sıkı tedbirler, kendi ihtiyaçlarını, kendi tıbbi malzemelerini üreten, süper doktorlara sahip koca Türkiye  insanlara umut veriyor, sağlık veriyor. Hatta hepimizin de televizyondan izlediğimiz kadarı ile Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ölüme terkedilen 65 yaş altı veya üstü, çaresiz ve bakımsız kalan Türk vatandaşlarını ambulans uçakla hemen Türkiye’ye sevkediyor.  Hem de bir kuruş almadan.  O vatandaşlar Türkiye hastanelerinde hemen tedavi altına alınarak sağlıklarına kavuşturuluyor.

            Bir yerde Türkiye’nin BÜYÜK TÜRKİYE olduğunu da vurgulmak ve hakkı olana hakkını vermek lazım.

            Normal zamanda Türkiye’de görev yaşan bazı doktor arkadaşlara sormuştum.

            “Genellikle hangi ülkeden hasta geliyor Türkiye’ye?”

            Onların yanıtı şöyle olmuştu:

            “Hemen hemen bütün ülkelerden Türkiye’ye binlerce hasta akıyor.  Özellikle Arap ülkelerinin tercihleri hep Türkiye hastaneleri oluyor.  Özellikle kalp sorunları olanlarla kanserden muzdarip olanların tercihi hep Türkiye olmaktadır.”

            Bütün mesele insani duygularla ve eldeki çok geniş olanaklarla hastaları iyi etmek, iyi ederken de psikolojilerinin bozulmamasına çok dikkat etmektir.

            O bağlamda o “Koca” Türkiye, bu işin de üstesinden gelerek, tıp alanındaki başarılarını bütün dünyaya göstermiş ve gurur kaynağı olmuştur.

            Sen çok yaşa Türkiye...