EOKA’cıların 1963’te katlettiği Kıbrıslı Türk, şehit Turgut Fahri’nin kemikleri elli yıl sonra bulunca müthiş bir dramatik durum çıktı ortaya, diğer kayıp ailelerinde yaşananlar gibi.

            Hele bir düşünün...  Her masum Türk gibi sabahleyin dört Türk, işlerine gitmek için yollara düşmüşler ve Rumlar tarafından alınıp izbe bir yere götürülüp, bilinmeyen bir yerde başlarından vurularak öldürülmüşler, sonra da cesetlerini bir kör kuyuya atmışlar.

            Bu kayıplardan birisi de Turgut Fahri’ydi.  Turgut Fahri Rumlar tarafından ödürülüdüğünde oğlu Fahri Onbaşı henüz on bir aylık bir bebekti. Ve hiç babasını görmedi ve hatırlayamadı.  Dokuz aylık bir çocuğun babasını hatırlaması mümkün değil. 

            Babasız büyüyen ve baba sevgisinden mahrum bırakılan Fahri Onbaşı, bütün hayatı boyunca hep babasını ve babasından izler aradı.  Ama bütün çabalarına rağmen, babasına ulaşamadı.  Ta ki, Kayıp Şahıslar Komitesi 2013 yılında kendisini arayana ve babasından bir haber ulaştırıncaya kadar...

            Bakınız Fahri Onbaşı babasıyla buluşma olayını nasıl anlatmış, bir kez daha okurlarla paylaşalım.

            “2013’te Kayıp Şahıslar Komitesi beni ve ailemi, bu süreci anlatmak için ara bölgeye davet etti.  Orada DNA merkezi oluşturulan bölgeye gittik ve bize o süreci (babamın öldürülmesi sürecini) kazıyı fotoğraflarla bize anlattılar.  Bir odaya girdik...  4 Kıbrıslı Türk’ün kemikleri masanın üzerinde yatıyordu.  Bana, ‘birinci masada yatan senin babandır’ dediler. O an öyle bir psikolojiye girdim ki, inananmazsınız.  Çünkü babamı hiç görmedim ve tanımadım.  Babamı tam 50 yıl sonra kemikleri üzerinden görebildim.

            Düşünebiliyor musunuz Rumların Türk toplumuna yaptıkları nasıl bir işkence ve nasıl bir zulümdü?  24 yaşındaki babam Turgut Fahri’nin öldürülme  nedeni, sadece Türk olmasıydı.”

            Okurlarımdan ricam, bu yazıyı ve yaşanan bu acı olayın hikayesini okurken lütfen empati yapmaları ve kendilerini Fahri Onbaşı’nın yerine koymalarıdır.

            Siz yıllarca Rumlar tarafından katledilen ve bir türlü izine rastlayamadığınız babanızın bulunma haberi size gelince bir odaya gireceksiniz ve DNA sonucunda kör kuyuda kemikleri bulunan ve dört ayrı masaya konan kemiklerden birisinin sizin babanız olduğu size söylenecek ve bir gerçekle yüzleşeceksiniz. O an sizin duygularınız nasıl olurdu?

            Fahri Onbaşı’nın ağarmış saçlarına bakıyorum ve hayatın ne kadar acımasız olduğunu görebiliyorum.

            Fahri Onbaşı, kim bilir çocuklarına ne anlatmıştır babasının kemikleri ile karşılaşınca.  “Sizin dedeniz bir kemik yığını halinde bir masa üzerinde yatıyordu ve ben ona baba diyemediğim gibi, siz de ona dede diyemediniz” demiştir muhakkak. 

            Fahri Onbaşı’nın verdiği hukuk davasını çok büyük bir takdirle ifade ediyorum.

            Herkes de biliyor, insani konuda bir hak arayışında AİHM’e gidebilmek için iç hukukun tükenmesi gerektiğini.

            Rumlar utanmadan bir de “İnsan haklarından” söz ederler. İnsanlıktan dem vururlar.  Rumlarda insanlık ne gezer ki...

            Bu da bir gerçektir ki, her kayıbın kemikleri, bir roman kadar uzun ve acı vericidir.  Tıpkı Fahri Onbaşı’nın hayat romanı gibi.

            Fahri Onbaşı iç hukuku tüketip meseleyi AİHM’e taşımaya karar veridiğinde Rumlar kendisine dünya kadar zorluk çıkarmışlar.  Lakin o yılmadı ve adeta ölümüne bir mücadele sürdürerek, dava dosyasını AİHME’e ulaştırdı.

            Bravo vallahi Fahri Onbaşı’ya. 

            Onun bu onurlu ve acı olayını dünyanın gözleri önüne seren insanlık dramını, Rumların acımasızlıklarını deşifre etmek için verdiği bu büyük mücadeleye bütün kayıp aileleri de dahil olsalar ve bu kayıp şahısların dramı, bizim devlet politikamız çerçevesinde bir işleme tabi tutulsa.

            Denktaş Bey hatıralarında Türk kayıpları hakkında Rum görüşmeci Glafkos Kleridis’e bahsettiğini ve Kleridis’in “Öyle birşey yok” dediğini söyler. Fakat Rumlar da sırf ENOSİS için dünya kadar insanın ölümüne neden olan idellari yüzünden Makarios’a 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe düzenlemeleri, Nikos Samson’un “Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak ettik” demesi, Türk askerini harekete geçirdi ve 20 Temmuz 1974 sabahı garanti anlaşmalarının kendilerine verdiği yetkiye dayanarak adaya çıkarma yaptı. Niçin? Ada Türkleri’nin hayatlarını kurtarmak ve garantiye almak için.

            Bülent Ecevit’in “Türk askeri adaya, hem Türklerin, hem de Rumların hayatlarını kurtarmak için gelmiştir” sözlerine kulak vermeyen Rumlar, güçlü Türk ordusuna karşı silahlı mücadeleye girişimiştir. Artık onun adı “savaş”tı.

            Savaşta ölen Rumların, sıcaktan şişen ve kokmaya başlayan Rumların cesetleri toplu halde gömülünce, ölen Rumların yakınları, bizim Türk kayıp aileleri gibi yollara düşmüşlerdi.  İşte o zaman Kayıp Şahıslar konusu gündeme gelmişti.

            Nitekim zaman içinde gerek savaşta, gerekse darbe esnasında ölen Rum kayıpların kemiklerine ulaşılırken, bütün Türk kayıpların kemiklerine de ulaşılmasına çalışılmıştır. Nitekim Fahri Onbaşı’nın babasının kemikleri ile buluşması da öyle olmuştur.

            Doğrusu şimdiden bizi bir merak sardı, AİHM bu davayı nasıl sonuçlandıracak, diye.  Bu dava için bizler ve daha niceleri, çok iyi bir takipçi olacak ve kamuoyunun nabzını tutacağız. 

            Yine de Fahri Onbaşı’ya başsağlığı dilerken, bu cesur kişiliği ile mücadeleyi sürdürdüğü için onu bir kez daha kutlar, acısını paylaşırım.