Malum dün Cenevre’de 5+1 Kıbrıs görüşmelerinin başlaması için ilk adımlar atıldı.  Türk ve Rum görüşmeciler yanında üç garantör ülkenin temsilcileri de bu toplantıda hazır bulunuyor.  BM Genel Sekreteri Guterres’in bu toplantıda bulunması gayet doğaldır.  Çünkü o, arabulucu pozisyonunda katılıyor bu toplantılara.

            Rumlar yine “Federasyon temelinde bir çözümden” dem vururlar da, iş ciddiye binince hep yan çizerler.  Şu anda önümüzde iki fotoğraf vardır. 

            1968’den beri süregelen görüşmelerden bir sonuç çıkmadığını ve çıkmayacağını anlayan Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, “Boşuna zaman tüketmeye hiç gerek yok.  Çünkü yıllarca federasyon temelinde bir çözüm arandı ama Rumların bu formüle de onay vermediği görüldü. O nedenle bundan sonra Kıbrıs Türkü, iki eşit egemen devlet temelinde bir çözüm olabilir” teziyle masada olacak.

            Şayet Cenevre görüşmeleri arifesindeki Rum siyasilerin açıklamalarını okumuşsanız, yine bir aldatmaca oyunu ile “federasyon teranesini” söyleyip durduklarını anlayacaksınız.  Cenevre’de Rumların tezleri yine onay verir gibi görünüp de onay vermedikleri federasyon formülünü masaya koyuyorlar.

            Henüz Cenevre görüşmelerinin nasıl başlamış olduğuna dair tam bir bilgi yok.  Sadece bazı siyasilerin açıklamaları ile iki taraf arasındaki zıt görüşler şekilleniyor.

            Cenevre görüşme süreci devam ederken, bir de kendi kalkımıza ve “barış havarisi” kesilen muhalif kanada bakalım ve şu soruyu soralım.

            “Arkadaş, sen Rumların Kıbrıs sorununda izledikleri politika ile bir yere varacağımıza inanıyor musun?”

            Veya bir başka şekil içinde yorumlayalım bu durumu.

            Diyelim ki “Bu memleket bizim” dedik... Diyelim ki “Kıbrıs sorunu ancak federasyonla çözümlenebilir” dedik. Diyelim ki “Rumlarla kardeş gibi yaşamak en güzelidir” dedik.  Dedik demesine de, gerçekçi olmak gerekirse, “Bu memleket bizim(di)” ifadesinin daha bir yerinde olduğunu ifade etsek yeridir.

            Köprülerin altından çok sular aktı geçti ama Rumlar hiç değişmedi.  Türkiye bize maddi manevi destek vermese halimiz ne olurdu bu adada, bunu düşünmek lazım.  Hani “dost” bildiğiniz Rumların iyi niyeti?  Hani uçaklarımız özgürce bu topraklara konacak ve dünyaya açılacaktık?  Hani sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki Türk hakları?

            Anlaşılamayan ve muhalif hayalciler tarafından görülemeyen tek şey, Rumları iyi tanımamaları ve doğru teşhis koyamamalarıdır.  Şayet Rumların gerçek niyetlerinin teşhisini koymuş olsalardı, hiç sokaklara dökülmezler ve kendi davamızı dışa karşı zayıflatmazlar veya yara açmazlardı.

            “Bu memleket bizim” martavalı ile bir grup Türk ve bir grup Rum bir araya gelerek mide bulandırmaya çalışıyorlar ki, bu da sadece ve sadece Rum tezlerine hizmet eder. 

Dış dünya bize nasıl bakıyor?  Çoğunluk, Anavatan Türkiye’nin etkin garantisinde mutlu bir geleceği savunuyor.  Ama yine de “federasyon temelinde”çözümü savunmaktan da vaz geçmiyor barış havarileri.

            Hatırlıyorum...  KKTC İkinci Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, seçilmesinin ilk 15 ocak, Dr. Küçük’ün ölüm yıldönümünde bir konuşma yapmıştı.  O törende ben de vardım.  Ve o sözlerini kendi kulaklarımla duymuştum.  Ne demişti o gün Mehmet Ali Talat?

            “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden daha meşrudur.”

            O sözler doğru sözlerdi.

            Bir de Annan Planı sürecinde söylenen sözler vardı.

            İşte o süreçti ki, AKP’nin yıldızının parlamaya başladığı ve “Denktaş alerjisinin” de Türkiye siyasetinde şekillenmeye başladığı bir süreçti.

            Yıllarca “Senin ne paranı, ne pulunu, ne askerini isteriz” diyen bir CTP, o Annan Planı sürecinde, hep “Kıbrıs sorununun çözümünde en büyük engel Denktaş’tır” demiştir.  AB’nin o zamanki Ankara Büyükelçisi Karen Fogg, satın almış olduğu bazı gazeteciler marifeyle Denktaş’ın siyaset sahnesinden silinmesi operasyonunu başlatmıştı.

            Bu operasyonun perde arkasını öğrenmek isterseniz, bir süre önce piyasaya çıkarmış olduğum “Rauf R. Denktaş-VAR OLMA SAVAŞIM” adlı kitabımı okumanız gerekecek.  O kitapta bütün söylenenler ve basına yansıyan gerçekler, Rum siyasilerin itirafları ve sözde Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin bazı muhalif Türk politikacıların kendilerine ne taktikler verdiklerine dair herşey anlatılmıştır.

            Konuşulanlar birer belge haline gelmiştir. 

            Ve hala şaşıyorum...

            Denktaş’ı siyaset sahnesinden sildiler ama Kıbrıs sorununu bitiremediler.  Neden?  Çünkü karşılarındaki düşman, onlara dost görünmüş ve kendilerini çok ustaca kullanmış, onların zaaflarından yararlanmıştır.

            Ve soruyorum...

            Neden Mehet Ali Talat veya Mustafa Akıncı şu Kıbrıs sorununu bitiremedi?

            Bitiremediler, çünkü Rumlar, hep çözümsüzlüğe oynadılar ve o çözümsüzlük stratejileri içinde eskiye dönüşü planladılar.

            Avrupa Birliği’ne girişleri de, Türkiye’nin AB yolunda önüne konan engeller de, Doğu Akdeniz’deki tek yanlı doğal gaz aranma operasyonları da, o planın bir parçasıdır. Onların gidişatı şunu çağrıştırıyor:

            “Biz Rum tarafı olarak Türkiye’nin başına öyle bir çorap örmeliyiz ki, adadaki askerlerini de çeksin, garantörlük haklarından da vaz geçsin, bütün yerleşikleri Türkiye’ye geri alsın ve 1974 öncesindeki coğrafya yeniden hayat bularak bütün Rumlar terkettikleri evlerine geri dönsünler.”

            İşte bütün planlar bunun üzerine bina edilmiştir.  Sanki yarım asırdan fazla katlettikleri masum Türklerin toprak altından çıkan kemikler, bizim insanımızın kemikleri değildir.

            Halbuki Rumlar anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar. Türkiye, artık eski Türkiye değildir.  Bütün komşuları ile kendine yeni bir dünya ve mükemmel ilişkiler kurmuştur.  Türkiye’nin sanayileşmesi, doğal zenginlikleri ve Akdeniz boyunca uzanan uzun kıyı şeridi ve güçlü harp sanayii unutuluyor.

            Bugün NATO Genel Sekreteri de kabul etmiştir NATO içindeki en güçlü ülkenin, Türkiye olduğunu.

            Yani bütün bunlar ve bu gerçekler varken, neden hala bizimkiler Rum’un ekmeğine yağ sürerek sahte bir gelecek peşinde koşuyorlar. 

Şu da bilinmelidir ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

            Şayet geleceğimiz iki eşit ve egemen, yan yana iki devlet yapısında şekillencekse, şekillenecektir.  Madem bizler hala Ruymları önemsiyor ve yaptıkları hataları yüzlerine vurmayarak, onlarla kol kola girerek, kendi davamıza darbe buruyoruz, o zaman iki devletlilikle yolumuza devam etmekten başka çaremiz yoktur demekti. Bereket versin ki, KKTC  gerçeğine inanan çok büyük nürusa sahip ve güçlü inançlarıyla var olan bir halkımız vardır

            Kısacası... Bakmayın siz Rumların federasyon teranelerine.  Geçmişte nasıl ki samimi ve iyi niyetli olmamışlardır, bugün de samimi ve iyi niyetli değillerdir.

            İşte bizim “barış havarilerimiz” bunu neden hala göremiyor ve karşılarındaki düşmanın bukalemun gibi renk değiştirerek, zig-zaglar çizerek yollarına devam eden düşmanın, aynı düşman olduğunu bir türlü kavrayamıyorlar.