Her zaman kullandığımız o ifadeyi kullanalım yine...

            “Bugün arife, yarın bayram...”

            “Bayram, bayram” deriz de, artık değişen dünya değerleri karşısında bayramların bir anlamı kaldı mı diye düşünüyorum.

            Eski ve nostalji kokan bayramlar her zaman anılarımızda kalsa da, şu anda yaşadığımız çağ ve ortam, “Gelişen dünyada bayramlar nasıl kutlanmalıdır?” sorusunu sordurur.

            Bazen eski büyüklerimizle buluşup söz eski bayramlardan açılınca, başlarlardı sıralamaya...

            “Eski insanlar daha bir saygılıydı birbirlerine.  Küçükler veya yetişmiş gençler katiyen büyüklerin yanında ayak ayak üstüne atmazlardı.  Sadece bayramlarda değil, her buluştuğumuzda dahi bizler, hep büyüklerimizin ellerini öperdik.  Ama şimdiki gençler küpe takarlar, büyüklerin yanında fasır fusur sigara içerler, üstüne üstlük uzun saçlarını tepelerine bağlarlar.  Bu nasıl bir dünya?”

            O eski insanlar sadece küçük-büyük ilişkilerindeki saygıya vurgu yapmazlar.  Bir de bayram hazırlıklarına temas ederler...

            “Bizim zamanımızda analarımız bir ay önceden bayram hazırlıklarına başlarlardı.  Para mı?  Ne parası canım?  İnsanlarda para mı vardı o zamanlar? Özellikle savaşların içinde bayram yapmanın hiç anlamı yoktu. Bizim bayramlarımız, bir lokmalık karın tokluğunda, büyüklerimizin eskilerini giyerek bayram yerine gitme sevincini yaşamak vardı.”

            Yılların acımasızlığında fakir insanlar eski solmuş elbiselerini sökerler ve tersten dikerlerdi.  Niçin?  Çünkü yeni elbise alacak paraları yoktu.  O bakımdan kimse de farkına varmazdı ters edilip dikilen takımların veya entarilerin eski olduğu.  Pırıl pırıl olurdu o giysiler.

            Anaların yapmakta olduğu o hazırlıklar nelermiş?

            Birkaç gün evvelden bayram hazırlığı başlardı.  Şayet tatlı yapılacaksa, malzemeleri mutfakta istiflenirdi.  Ne arardı o zamanlar böyle şimdiki gibi “hazıra alışma” gibi olanaklar.

            Ekmek kadayıfı veya tel kadayıfının şerbeti hazırlanmaya başlayınca, öte taraftan kadayıflar, badem veya cevizle bezenerek şerbeti bekler. Veya ekmek kadayıfına konacak taze norlar da kadayıfın ortasına yayılır.

            Sütlaç, revani veya hoşaf tatlıları da günlük hayatımızda var olan ucuz şeylerdi.  Bazı zengin sofralarına, evdeki hizmetkarlar tarafından baklava sinilere hazırlanırken, o denli de görkemli olur zengin insanların köşklerindeki örf ve adetlerle bayram kutlamaları.

            Şayet eski çağla, yeni çağı birbiri içinde çatıştıracak olursak veya bir faraziye olarak dedelerimiz veya ninelerimiz sadece bir günlüğüne dünyaya ve hayata geri dönüp şimdiki yaşam koşul ve olanaklarını görseler,  “Sizler ne kadar şanslı insanlarsınız?” sorusunu soracaklar.

Kendilerine, “Neden?” diye sorarsak, herhalde bize şu yanıtı verecekler.

            “Biz eskiden yemeğimizi odun kömüründe ve toprak tencerede pişirirdik.  Yazın göbeğinde soğuk su içmek için, büyük şişeleri kuyuya indirdik. Hatta kavun karpuzlarımızı da torbaların içinde kuyunun ta bibine indirirdik sırf soğuması için.  Sonra hayatımıza islim girdi.  Bir nebze rahatlamıştık o islimle.  Lakin siz...”

            Evet biz?

            “Siz şimdi mikro dalga dediğiniz minik fırında hemen ısıtıyorsunuz yiyeceklerinizi.  Modern ocaklarda pişer yemeleriniz. Hem de bir düğmeye dokunmakla.  Eskiden bizler sırf bozulmasın diye etlerimizi kızartır, sonra da avludaki telli dolaba koyardık  ertesi gün yiyelim diye.  Ama siz...”

            Evet biz?

            “Sizin derin dondurucu dediğiniz muazzam buz dolaplarınız var.  Bizler yiyeceklerimizi hep doğallık içinde ve turfanda yerdik.  O yiyecekleri yediğimiz sürece hastalık nedir bilmedik.  Lakin sizler, o derin dondurucular sayesinde dört mevsimin yiyeceğini her gün yiyebiliyorsunuz ama o denli de sık sık kansere yenik düşüyorsunuz.”

            O faraziye içinde bir de şu ifadeleri vurgulayabilir dünyamıza dönen insanlar...

            “Sizler neden ölüyorsunuz?”

            “Neden?”

            “Çünkü bütün günlük yiyeceklerinize ilacı basıp, insanların ölmesine yardımcı oluyorsunuz.  Yani siz, kendi ellerinizle sizi öldürüyorsunuz.”

            Bu kez dünyalı sorar.

            “Pekiii....  Şimdiki bayramlarla sizin zamanınızın bayramları arasındaki fark ne?

            “O fark da bilgisayar marifetiyle ellerinizde oluşan türlü oyun cihazlarıdır.  Hangi çocuk tatmin olur veya başka eğlence arar o araç gereci bulunca.  Yine de bana o iki hayatı tercih etme şansı verilse, herhalde eski huzurlu ve sağlıklı beslenilen bir hayatı tercih ederdim” diyecektir, öteki dünyadan gelenler.

            Evet... Geçmişi bırakalım da geleceğe bakalım.  Kısacası sizin olanaklarınızla bayrama hazır mısınız? Onu soralım...