Gerçekçi ve duygusallıktan uzak bir düşünce içinde bayramları ele aldığımızda, bütün bayramların bir “hatırlama” veya “hatırlanma” olayı olduğunu görürüz.  İnsanın hatırlanaması için bir nedeni olmalı.  İşte o neden, insan ilişkilerinin mükemmelleşmesinde büyük rol oynayan bayramlardır.  Şayet kuranı okumuşsanız veya dini konuşmaları dinlemişseniz, müslüman dininin derinliğini, ahlaki ve insani değerlerini de kavramışsınızdır demektir.  O bağlamda bayramların anlamlarını vurgulamak istedim yarınki şeker bayramında.

            Her zaman “bayram”ı,  bir sevinç ve bir mutluluk olayı olarak görmüş ve yüreğimizde o sevinci yaşatmışız.  Hani derler ya... “Bayram ettim vallahi”  veya “Siz geldiniz, biz bayram ettik” derler.  Onun gibi nice ifadeler var.

            Şayet yarın “Şeker Bayramı” ise, böyle anlamlı bir günde de, şeker gibi olmamız gerektiğini düşünürüm.  Bütün kederleri yüreğimizden atıp, mutluluk tablosu çizmeliyiz.  Dinimiz bize, “insanları sevmeyi ve insanları kucaklamayı” emreder.  İnsanları sevmeyen insanın bayram yapmaya da hakkı yoktur.

            İnsan hayatındaki mutlu olaylara baktığımızda, bayramların sadece dini günlerde var olan bir şey olmadığını anlarız.  Mutlu olan, insanlara yardım elini uzatan, fakir fukaraya, ihtiyaçlı insanlara destek veren insan için, her gün bayramdır.  Bayramın özü, o zavallı insanlara yaptığınız yardım sonrasında, onların gözlerinde gördüğünüz mutluluk pırıltılarındadır.

            Bayrama bir de evrensel değerler açısından bakmak lazım.  Nasıl ki, sevinçler ve kederler insan hayatında vardır, bir başka gerçeği de kabul etmek gerekir.  O gerçek nedir?  O gerçek, doğumla ölümdür dostlarım.  Özellikle şu pandemi döneminde yaşadıklarımızı düşününce hayatın kıymetini daha iyi anlamamız lazım.

            Sakın bana “böyle bir günde ölümden bahsetme, bugün bayramdır” da demeyin.  Çünkü hayat inişlerle çıkışlarla vardır. O nedenle hayatın tümden  olumlu yönünü değil, olumsuz yönerini de görmelisiniz.  Çünkü olumsuz şeyleri yaşayan insan, ancak olumlu hususların kıymetini daha iyi bilir. İnsanoğlu doğarken neden bayram eder annesi babası ve tüm akrabaları?  İnsan doğduğunda yakınları bayram ederken, ölürken neden keder duyar üzülür ve kahırlarıyla gözyaşlarına boğulurlar?  İşte o büyük çelişki veya mutlulukla mutsuzluğun ince çizgisindeki dramatik görüntü burada yatmaktadır. 

            Bir kadın çocuğunu doğurduğunda, bütün ev halkı bayram eder.  Cicili bicili elbiseler alınır, sonra el bebek gül bebek büyümeye ve insan hayatını doldurmaya başlar.  Yani çocuk, sizin bir parçanız olur hayat yolunda.

            Aradan yıllar geçtiğinde; ne bileyim, elli, altmış, yetmiş veya seksen doksan yıl gibi bir zaman, önünüze iki fotoğraf koyunuz.  Bunlardan biri doğduğunuz ve el bebek gül bebek olduğunuz zamanın fotoğrafı, diğeri de pörsümüş etlerinizle, yılların yorgunluğu yüz hatlarınıza oturmuş ihtiyar halinizle dişleri çıkmış zavallı bir ihtiyarın fotoğrafı.  İşte geçrek o iki zaman dilimindeki kader acımasızlığıdır.

            Gördünüz mü bayramla olan sevinci?  Gördünüz mü yıllarla gelen kederi?

            Bayramın hayatımızda varlığı, insanların yaşama gücünü tetikler.  O bayramlardık ki hayatımızdan bütün kötülükleri, kederleri ve ihanetle acıları fırlatıp atar.  Vefa ile vefasızlık işte o iki fotoğraf gibidir.  Biri erdemi, öteki de affedilmemeyi anlatır. 

            Bayram geldiğinde, en büyük sevinci hiç şüphe yok ki, çocuklar duyarlar yüreklerinde.  Cicili bicili elbiseler, kıyak ayakkabılar ve daha nice yeni giysiler.  Bunlara bir de bayram harçlıkları eklendi mi, gel kuzum gel.  “Keşke her gün bayram olsa” der çocuklar.  Onlar der de, onların istediği gibi her gün bayram olmaz. 

            Bazen nostaljik anlatıları dinlerken, hep o eski bayramlara takılı kalır düşüncelerim.  Küçücük çocukken Arife gecesi sandalye üstüne konan yeni elbiseler, gıcır  gıcır ayakkabılar,  bayram namazı ve el öpmelerle başlayan güzel bir gün...

            Ya sonrası?  O “sonrası” dediğimiz şey, rahmetlik Ahmet Efendi’nin cincirakları, Aynalı’nın badem şekerleri, ipçiler hisarındaki horoz güreşleri ve atlı karıncalarla, salıncak sandallardı.

            Ne kadar güzeldi eski bayramlar...  İnsanlar bile bir başka güzeldi o zamanlar.  Bugün hangi çocuk bayram yerine o denli özlem duyar ki... Şu anda içinde bulunduğumuz çağdaki bilgisayar oyunları, atariler, cd film ve oyunları ve daha nice “çağdaşlık” çerçevesi içine girmiş yenilikler, çocukların bayram heyecanlarını da aldı götürdü.   Fakat yine de bayram, bayramdır.

    Sabah kalkılacak, yeni elbiseler giyilecek, babamız camiden gelecek, annemiz tavada bol soğanlı ciğer kızartacak, eller öpülecek ve “bayramınız kutlu olsun” denecek.

     Galiba biraz nostaljiye fazla daldık.  Olsun!  Bir nebze olsun hem nostaljiyi, hem de çağın gereklerini ortaya koyarak, yarının şeker bayramı olduğunu vurguladık.  Özellikle şu pandemi döneminde bütün kurallara uyarak, kısmen de olsa bayram sevincimizi yaşamaya bakalım, diyorum.

      Sizin hayatınız, her gün bayram olsun değerli okurlarım.  Nice nice bayramlara...