Dövizin birden bire patlaması, pek çok insanı kara kara düşündürmeye sevketti.  Hatta küçük ve orta büyüklükteki iş yerleri kapanma ile karşı karşıyadırlar.  Bir yerde iflas noktasına geldi insanlar.
Dövizdeki dalgalanma, haliyle TL bazında bir yaşam süren biz KKTC ve TC insanlarının hayatı kararma noktasına ulaştı.  Bu bir kötümserlik mi?  Gerçekte kötümser olmamaya gayret ediyoruz da, gerçeklerden de kaçamıyoruz.
Ekonomik etkileşimleri, her zaman sıra sıra dizilmiş iskambil kağıtlarına benzetirim.  Hani domino gibi kağıtları sıralar ve birinciye dokunduğunuz zaman tümü de bir tramvay katarı gibi devrilirler ya, işte o anlamda ekonomi ve döviz dalgalanması öyle bir etkileşim yaratır.
İnsanlar hayatlarını kazançlarına göre düzenlerler.  Yeni yatırımlara girerler, yeni ev ve araba alırlar, kurdukları iş yerlerini daha da büyütürler ve ekonomik strateji açısından “büyük hedefleri” kendilerince çizerler.
Lakin TL’nin sterlin ve euro karşısındaki erimesi, işte o hayatları da alt üst ediyor maalesef.
Bir diğer sözüm de şudur her zaman söylediğim gibi.
“Türkiye grip olur, biz burada ansırmaya başlarız” diye bir söz.
Gerçek değil mi?
54 yıldan beri kullandığımız TL, her zaman değer kaybederken, şu enflasyon canavarının getirdiği sıkıntılarla yok olup gidiyor.
Türkiye ne badirelerden geçti...  Ne büyük zorluklara göğüs gerdi.  Ben yine de inanıyorum Türkiye’nin bu krizi atlatacağına.
Bu ekonomik etkileşimlerden binlercesini verebiliriz...
İngiltere veya Amerika’da evlat okutan insanlar da kara kara düşünüyorlar.  Veya bir eve yazılan veya bir daire sahibi olmak için çırpınıp döviz borçlanan insanlar da o girdabın içinde debeleniyorlar maalesef.
Üreticiler, ürettiklerini hayata geçirmek ve piyasaya sürmek için, kendi bütçesini de düşünmek ve ayakta kalabilmek zorundadır.  O bağlamda üretici ada dışından getirmiş olduğu ham maddeyi dövizle satın aldığı için, haliyle üretime de etki yapıyor dövizin tırmanışı.
Üretici ne yapar?
İşletmesindeki girdi maddelerin değeri artarken, üretimdeki malzemeye  piyasadaki dalgalanmaları dikkate alarak malın üstüne bindiriyor.  Yani olan tüketiciye oluyor.
Üretici bu durumlarda gerçekten ayakta kalabiliyor mu? Veya tüketici belirli maaşıyla geçimini nereye kadar sürdürecek?
Ayakta kalmak bir yere kadar.  Ondan ötesi, sanayici yanında çalışanların iş riskleri de tehlikeye giriyor maalesef.  İş azaltması veya bu durumda çalışan fazlalığı da o etkileşimin bir parçası olur.  Bir diğer değişle işten durdurmalar başlayabilir.
Hemen hemen her işletmeci, işini çevirmek veya büyütmek için, bankalardan büyük borçlar alırlar.  Alınan borçların çoğu dövizdir.  Borç almak kolaydır da, ödemesi zordur.  Her borçlanacak kişi, büyük veya küçük yatırım olsun, bankalar mutlaka kefil ve ipotekle kendilerini güvenceye alırlar.
İşte sözünü ettiğim iskambil kağıtlarının bir parçası da kefiller ve ondan sonraki hayatlarıdır.
Hani bir söz vardır...
“Adam, sözü ile adam olur” diye bir söz...
Bir de borcuna sadık olan erdemli insanların verdikleri onur mücadelesini unutmayalım.
Böyle büyük ekonomik krizlerde sadece ekonomi ve bireyin bütçesi değildir etkilenen.  İnsan ilişkileri ve sosyal yapılanma da o büyük girdabın içinde erozyona uğrar.
Gerek Ticaret Odası, gerekse Sanayi odası bu tablonun şu andaki durumunu çizebildiler mi?
Kaç işletmeci bir çıkmazın içine girdi?  Çıkmaza giren iş adamlarına ne gibi avantajlar ve huzur getirecek planlıyorlar yapılıyor?
Bu gibi durumlarda Odalara çok büyük görevler düşmektedir.  Odalar devreye girdi mi, olaya bireysel bakmazlar, genel ve makro anlamda bakarlar.  O nedenle konu bireysellikten çıkar genele girer.
Şu bizim minnacık ülkemizdeki ekonomik sarsıntı adeta “artçı depremler” gibi bir fay olurşuturken, Türkiye’deki ekonomik faylar, fersah fersah bizden çok çok ötelerdedir.
Umudumuz odur ki, Türkiye bu açmazdan bir an evvel çıksın ve gerek Türkiye’ye, gerekse KKTC’ye huzur getirsin.
O nedenle kepenkler indirilmeden ayakta kalabilmenin yeni yolları aranmalıdır.