“Berlin Duvarı” dendi mi, aklıma hep Adolf Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda masum insanlara yaptığı işkenceler ve acımasızlıklar gelir.  Özellikle Yahudiler’i gettolara ve toplama kamplarına kapatıp, sonra da onları katlederek cesetlerini krematoryumda yakması  kabul edilecek ve effedilecek birşey değildir.

                İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa cayır cayır yanıyor, evler barklar yakılıp yıkılıyordu.  O savaş günlerinde ayakta kalmak veya yaşamak bayağı mucizeydi.

                Şayet Hitler’in “Kavgam” adlı kitabını okumuşsanız, o kitap sizlere çok şey öretmiş olması lazım.

                İşte o savaş yıllarında Almanya’nın Berlin Kenti Almanlar ve Ruslar tarafından ikiye bölünmüş ve o kente iki isim verilmişti.  “Doğu Berlin” ve “Batı Berlin”.

                Berlin’in doğusu Rus blokunda, batısı da Almanya blokunda kalmıştı.

                Hatırlıyorum o bölünme ve paylaşım sonrasında Ruslar, bir gecede Berlin duvarını inşa edip, duvarın üzerine de cam kırıkları ve dikenli teller germişlerdi.

                Şayet empati yaparsanız, bu kentin doğu va batısında yaşayan binlerce Alman ailesi parçalanmış aile durumuna gelmişlerdi. Hatta o bölünmeden kurtulmak için o duvara tırmanmışlar ve Rus askerlerinin kurşunlarına hedef olmuşlardı. İşte o anı düşündüğünüzce çılgına dönersiniz...

                Berlin Duvarı’nın yıkılmazdan önceki haliyle, yıkıldıktan sonraki halini görebildiğim için kendimi şanslı addediyorum.

                Benim gibi nice insan duvar yıkılmadan önce pasportlarını alarak Doğu Berlin’e düzenlenen turlara katılırlardı.   Batıdan doğuya geçtiğiniz zaman, çok net ve çok da keskin iki hayatın gerçeklerini görürdünüz.   Batı Berlin, batı medeniyetlerinin tüm avantajlarını kullanıyor, gerçek anlamda o halk, çok mutluydu.  Sokaklar ışıklardan ışıl ışıldı.  Bütün arabalar mercedesti.  Zengin vitrinler, restorantlar ve daha nice zenginlikler hep orada vardı.

                Batıyı gören insan, Doğu’ya geçişte müthiş bir hayal kırıklığına uğrar ve şoke olur.  Çünkü orada yaşayan insanlar fakirlikten mahvolmuşlardır. Elbiseleri yama yama ve 1940’ların modası geçmiş ayakkabıları nı giyiyorlardı.  Ağır vasıtalar da 1940’ların adeta hurdaya çıkacak araçlardı.  Sokak lambaları, o kadar zayıf ve göz gözü göstermez gibiydi.  Bir yerde insanlar çok mutsuzdu.

                Batı’nın lüksüne inat doğu, yaşamdan kopmuş gibiydi.

                Ruslar o günlerde Berlin Duvarı’nın üzerine cam kırıkları ve çıplak elektrik telleri germişlerdi, doğu insanı kaçmasın diye.

                Sınırlardaki pasaport kontrolları ve o soğuk benizli Rus askerleri size, EOKA dönemlerinde Lefkoşa- Leymosun yolundaki insanların çok sıkı kontrola tabi tutulduğu günleri hatırlatırdı.

                O yıkılmaz dediğmz Berlin Duvarı, nihayet 1989 yılında yıkıldı ve doğu ile batı bir bütün kent haline döndü.  Hatta Almanlar, Berlin duvarının taşlarını souvenir olarak turistlere satmışlardır.

                Doığu Berlin’de mahsur kalan Almanlar, yeni hayatlarına intiba etmekte çok zorluk yaşamışlardı. Psikolojieri mahvolmuş ve geleceğe umutla bakma yetilerini kaybetmişlerdi. Lakin zaman bazı şeyleri tedavi eder.

                Obağlamda doğu insanı ile batı insanı artık kaynaşmaya doğru gidiyorlar.  Bugün Berlin Duvarı’nın olduğu yere bir anıt yapılmış.  Ve bütün yabancı devlet adamları o anıta çelenk bıraıyorlar ölenlerin hatıraları için. Nitekim Almanların eski Başbakanı Angela Merker de o anıta geçenlerde bir çiçek bırakmış.

                Duvarlar her zaman bölünmenin sembolü olmuşlardır.  Asırlar önce yapılan Çin Setti de bir diğer bölünmenn devasa duvarlarıdır.

                Ölenler için veya yıkılan duvarda kaybettileri içinBatı Berlinliler birer mum yakarak gözyaşı döküyorlar. Gidenler gelmez ama onların hatıraları belleklerde kalır.

                Yani Berlin Duvarı...