Bugüne kadar binlerce yazı yazdım ama, her halde benim için en acı olan köşe yazım bu olacaktır.
Evet!...
Tamı tamına bir yıldan beri bir hayat kavgası veren ve o melun kansere yenik düşen sevgili bacanağım Vural Eralp’ı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyim.  Ne kadar zor şeymiş bir insanın yakını için yazı yazması.
Onunla tamı tamına tam 54 yıl önce tanışmıştım.  Kemik kanserinden iki buçuk yıl önce kaybettiğimiz baldızım Süheyla Eralp’la 1963 yılında nişanlanıp 1964 evlenmişerdi.  O günler zor günlerdi.  Hem asker olacaksınız, hem de yeni evli bir insan olarak ayda bir dağdan inip eşiniz ve çoluk çocuğunuzla birlikte olacaksınız.
21 Aralık 1963’ten sonra bütün Kıbrıs Ordusu mensupları Beşparmak dağlarına çağırılmışlar ve Boğaz’la Lefkoşa’yı bağlayan koridorun bekçileri olacaklardı.  Vural Eralp, diğer yüzbaşılar gibi orada bir komutandı ve altında da dünya kadar askeri vardı.  İleriki yıllarda yüzbaşılığa terfi etmiş ve halk ve askeri makamlar, onu hep “BİNBAŞI VURAL ERALP” olarak tanımlamışlardı.
Baldızım Süleyhla Eralp’ın ölümünün hemen sonrasında hemen hemen her gün Vural’ı arkadaşlamak, onunla bir hayatı paylaşmak ve geçmişi konuşarak onun hayatını kitaplaştırmak görevi de bana düşmüştü.
Vural Eralp’ın gururuydu çocukları ve torunları.  Sık sık onunla yaptığımız görüşmelerden ne kadar önemli notlar almışım onun hayatı üzerine...
Bir gün oğlu Dr. Sertaç Eralp benden bir ricada bulunmuştu:
“Enişte, babamın hayatını kitaplaştırabilir misin?”
Ben de kendisine ve babasına “memnuniyetle” demiştim.
Gerçekte benim için çok renkli ama insana keder veren bir çalışma olmuştu.  Dr. Sertaç’a verdiğim söz üzerine kitabı hazırlamaya başlamış ve yazdıklarımı Vural’a vermiştim.  Hayli ilginçti...  Onun gözlerindeki ışığı ve kendisine değer vermenin güzelliklerini görebiliyordum.
O kitap çalışmasına başladığımda Dr. Sertaç bana şöyle demişti:
“Enişte!  Babamı ne kadar konuşturabilir, ne kadar bilgi alabilirsen en seri şekilde çalışmalarını yap ve tamamla.  Çünkü babamın 7-8 aylik bir ömrü kaldı.”
Ne kadar üzüldüğümü size anlatamam.  Tabii ki bu ifadeleri sevgili Vural’dan gizleyerek çok yoğun bir tempo içinde kitap çalışmamı hızlandırmıştım.
Sanırım kendisi de bu melun hastalığın bir gün kendisini sona götüreceğini tahmin ediyordu.  Çünkü ara ara konuşmalarında bana şöyle derdi:
“Bacanak, Süheyla beni çağırıyor!”
Bense, sırf kendisine moral vermek için konuşmalarını ağzına tıkardım.  Lakin o yine de bana ısrarla son yolculuğun haritasını çıkarıp önüme koyuyordu.
Tamı tamına son dört ay içinde son hızla ölüme doğru gidiyordu.  Her gün biraz daha tükendiğini ve büyük morale ihtiyacı olduğunu anlıyor ama elimizden birşey gelmiyordu.  Onkoloji Servisinde yattığı dönemler, geçici iyilik işaretleri verse de, daha sonraki günler, konuşma merkezinin bozulması ile yemek yiyememe açmazı ile ölüm her an için kapısını çalıyordu.
Neticede o pis hastalığın pençesinde, 1 Eylül 2018 sabahı bu dünyadan koptu ve son yolculuğuna çıktı.  Ne kadar acıdır ki, onu toprağa verdiğimiz gün ve tarih de, baldızım rahmetlik Süheyla Eralp’ın doğum günüydü.  Ve dün, “bir doğum günü hediyesi olarak” eşinin yanındaki o derin çukura giriyordu.
Rahmetlik Vural Eralp’ın hayatı bir filme konu olacak kadar geniş ve derindir.  Ta çocukluğunda yetim kalışı ile başlayan fakirliği ve okuma sevdası, onun yokluk yıllarının tam bir görüntüsüdür.  Yetişme çağı, iş arayışları, geçici öğretmenliği ve TMT’de görev alarak İnönü ve bölgesinde Rum köylerine karşı verdiği hayat mücadelesi müthişti.
Vural bana 1974 Mutlu Barış Harekatı esnasında Beşparmak Dağları’nda Rumlarla çarpışırken çektiği sıkıntıları ve acıları o kadar ızdırap verici şekilde anlatmış ve kitabıma malzeme hazırlamıştı.
O nedenle ben her zaman ona “Beşparmak Dağları’nın kahraman mücahidi ve korkusuz savaşçısı” demişimdir.
Şimdi bana düşen en önemli görev, herhalde onun hayatını anlatan kitabımı bir an evvel bitirip basmak ve bizden sonra gelecek nesillere bir çınarı ve bir tarihi anlatmak olacak.
Beşparmak Dağları ve o dağların doruklarına tırmanmak, karlı tepelerde karanlıklara kurşun sıkmak, bütün bölgeyi düşmandan korumak ve güvenli bir bölge oluşturmak ona ve arkadaşlarına düşen önemli bir görevdi.
Ve Vural Eralp, bu hayatın son yolcusu gibi kefene sarıldı, o sandukaya kondu ve o çukurun içine kondu.  Hem de iki buçuk yıl önce o toprağın içine gömülen eşinin yanına.
Hani derler ya “Ona son gövevimizi yapalım” diye bir ifade...
Gerek Mücahitler Derneği’ndeki komutan arkadaşları, gerekse Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı ona karşı son görevlerini yapmışlar ve onun askeri bir törenle toprağa verilmsini sağlamışlardır. Onun gibi bir askere askeri tören yapılmayacak da başkalarına yapılacaktı?
 42 derece sıcağın altında, toprağın ve bütün doğanın cayır cayır yandığı o acı dolu anlarda onu toprağa vermenin de bir erdem olduğunu düşünüyorum.  Bu vesileyle KKTC Bayrağına sarılı tabutunun üzerindeki bayrağın o kahraman askerler tarafından çıkartılıp oğlu Dr. Sertaç Eralp’a verilmesi ve Seraç’ın öperek o bayrağı bağrına basması tam bir dramatik durumdu.
Allahtan ona gani gani rahmet, bütün yakınlarına başsağlığı dilerim.  Kısacası acımız büyüktür.  Nedense onun gidişi ile birden bire hayatımda büyük bir boşluk olduğunu hissetmişimdir.
Kısacası o yokluğa ve acılara da alışacağız!  Öyle değil mi sevgili Vural Eralp?  Senin gidişin böyle olmamalıydı.  Daha da bir ömür vardı önünde.  Lakin Allah’ın takdiri demekten başka çaremiz yok.
Yattığın yerde nurlarla dolu, huzurlu ve mutlu ol, güzel insan!...
Son sözüm şu olacaktır Vural bacanağa:
“Sana verdiğim sözü tutacak ve hayatını anlatan kitabı basın dünyasına sokarak, gelecek nesillere Vural Eralp ve onun gibi kahramanlar sayesinde bu toprakların güzel bir vatan olduğunu anlatacağım.”