İngiliz Sömürge Dönemi, Kıbrıs’ın, Kıbrıs Türkleri’nin ve Kıbrıs Rumları’nın tarihinde büyük öneme sahiptir. Günümüzü anlamak bakımından da göz ardı edilemeyecek bir dönemdir. O dönemi bilmeden bazı şeyleri anlamlandıramazsınız ve de yanlış sonuca ulaşırsınız.

Ne yazık ki bu dönem çok da iyi araştırılıp kayda geçirilmedi. Bütünsel/kapsamlı tarihi de yazılmadı. Onca üniversitemiz var ama bu konuya ilgi duyanı yok! Bazı üniversitelerde Kıbrıs Araştırmaları Merkezi var ama doğrudan İngiliz Sömürge Yönetimi’ne yönelik bir enstitü, bir merkez yok! Sömürge Dönemi’ne ilişkin bir kürsü de yok sanırım.

Galiba da, ayni dönem içindeki Varoluş Savaşımımız ve özellikle de Enosis belasını engelleme yönündeki müthiş ve efsanevi direnişimiz ön plana çıktığı için, sömürge dönemini, neredeyse göz ardı edecek kadar ihmal ettik.

Gerçi Varoluş Savaşımımızı ve direnişimizi de bütüncül yaklaşımla kayda geçiremedik ya!

İYİ SÖMÜRGE YÖNETİMİ OLAMAZ

Her şeyden önce şunu vurgulamak istiyorum. Bir sömürge yönetiminin iyi ve insancıl olması mümkün değil! Adı üstünde: “Sömürge!” İşin içinde sömürü var, insanlara tepeden bakma, horlama, aşağılama var. Buna karşı çağdaş anlamda yurttaşlık yok.

Sömürge makamlarına verilen yazı, başvuru, dilekçe ya da başka bir şey, “I have the honour Sir, to be your obidient servant,” o zamanın kalıplaşmış Türkçesi ile “muti bendeleri olmakla müftehir” (günümüz Türkçesi ile “sadık kulunuz olmaktan onur duyan”) ibaresi taşımalıydı. Aksi durumda işleme konmazdı.

Hiç kuşkusuz bu bir psikolojik savaştı. İnsanlara aşağılık duygusu yaratmaya yönelik müthiş bir algı yönetimiydi.

Özellikle kamu yönetimi söz konusu olduğunda, Sömürge Yönetimi’ne övgü düzenler çok. Oysa bir sömürge yönetiminin etkili olmak için ilk yaptığı işlerden biridir etkili, otoriter, hızlı, sonuca giden, ama o oranda acımasız bir kamu yönetimi kurmak!   

Çoğu kimse bilmez: Sömürge memurlarının emeklilik “hak”kı yoktu. Emeklilik, “hak” değil, Sömürge Valisi’nin verdiği bir “lütuf”tu. Yani memur, onca yıllık çalışmasının sonucunu alabilmek için, sömürge yöneticilerine sadık kalmak, hata yapmamak ve onların istediği gibi çalışmakla yükümlü idi.

Kaldı ki kamu yönetimindeki köşe başları, sömürgeci İngiliz ya da sömürgecilere bağlılığı kanıtlanmış olanlardı.

Bir dönem, on yılda emeklilik konusu çok konuşulup tartışılmıştı. Oysa bu da sömürge döneminden kalma bir uygulama idi ve İngiltere’den gelen sömürgeci İngiliz memurları kısa sürede emekli olabilmelerine olanak sağlamak için konmuştu.  

Elbette ki ve keşke, kamu Yönetimi’nin etkinliği, hızlılığı ve sonuca gitme özelliğini sürdürebilme becerisini gösterebilseydik, ama gösteremedik.

Bir konuda İngiliz sömürge yönetiminden sitayişle söz edebiliriz. Yapılan herşeyi kayda geçirdiler, belgelediler. Gerçi birçok belgeyi alıp götürdüler ama en azından korudular. Çok yakın geçmiş için, değil belge çoğu kez basılmış gazete, dergi ve kitaplara bile ulaşmakta çektiğimiz sıkıntıyı görünce, alıp götürülmüş bile olsa, o belgelerin korunmasından mutlu olur.

Laf lafı açar. Biz de öyle yapalım.  İngiliz arşivleri, karartılmış belgeler dışında, belirli süre sonra (sanırım 30 yılda) açılır. Karartma yapılanlar için süre yüz yıldır ve bizim yakın tarihimizi ilgilendiren iki konu için de karartma uygulanmaktadır. Bu konulardan biri idam edilen Dr. Nazım olayı, diğeri 1931 İsyanı’dır.

Kim bilir sömürge yönetiminin bu konulardaki pislikleri neydi?             

SÖMÜRGECİ İNGİLTERE ADA’DAN AMA (Mİ?)

Şimdi nasıldır bilmem. Çocukluk dönemimde okullarda, adanın İngilizler’e geçmesi “masumane” bir olay gibi anlatılmıştı bize! Osmanlı’yı yenen Rusya’nın daha ileriye gitmesini istemeyen yardımsever (!) İngiltere devreye girerek, “şu adayı bana ver de seni Ruslara karşı koruyayım” derken, Osmanlı da “madem öyle, tamam” demiş. Oysa İngilizler’in “emperyal iştiha” ile beslenmiş politikaları adaya çoktan göz koymuştu. 1878’de “biçimine getirip” Osmanlı toprağı olan Kıbrıs’a yerleşmiş; 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın Almanya’nın yanında yer almasını fırsat bilerek adayı “sahiplenmiş”, 1924’te imzalanan Lozan Antlaşması ile de işini sağlama alarak bu sahiplenmeyi “hukuki” hale getirmişti.

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken İngiltere ile, göz ardı edilemeyecek bağlantılarımız var:

  • İngiliz toprağı sayılan Egemen Üsleri var böğrümüzde! Solcularımızın bile ses çıkarmadığı üsler bunlar! İkiye bölündüğü söylenen adamızın aslında üçe bölündüğü gerçeğinin somut kanıtı olarak orada duruyor.
  • İngiltere 1960 sisteminin garantörlerinden birisidir. Yani bizim geleceğimiz konusunda söz sahibidir. 
  • İngiltere’de üç yüz binleri bulduğu söylenen, neredeyse Ada’daki kadar, belki de daha fazla bir nüfusumuz var.
  • Yukarıda da yazdım: Tarihimizi aydınlatabilecek, bizi anlatan arşivleri ile göbek bağımız vardır.       

VE İNGİLİZ SÖMÜRGE DÖNEMİ ÇALIŞTAYI

KISBÜ (Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi) Kıbrıs Araştırmaları Merkezi, 24 Nisan 2019 günü,  benim de konuşmacı olduğum, bir “İngiliz Sömürge Dönemi Çalıştayı” düzenledi. Diğer konuşmacılar Dr. Nazım Beratlı, Prof. Dr. Ata Atun ve Taner Erginel’di.

Sayın Erginel gelemedi. Nazım Beratlı, daha çok Kıbrıs’ın Osmanlı’dan İngilizler’e geçiş süreci üzerinde durdu. Ata Atun, 1950 – 1955 arasını, bu bağlamda EOKA’nın kuruluş sürecini anlattı. Ben Kıbrıs Türkleri’nin, Ada’nın İngilizler’e geçişi ile başlayan Varoluş Savaşımımızı anlattım ve yaşamımdan örnekler verdim.   

            Küçük ama ilgili, soru soran, katkı yapan bir dinleyici topluluğu vardı.

            Sayın Beratlı ile Atun’un söylediklerinden çok yaralandığımı söylemeliyim.

            Çalıştay’ın en belirgin sonucu, İngiliz Sömürge Yönetimi Dönemi için akademik çalışmalar yapılmasının gerekliliği oldu.   

            KISBÜ’yü ve bu üniversitenin Kıbrıs Araştırmaları Merkezi’ni kutlarım. Bunun bir ilk olması ve sonrasının gelmesi, içten dileğimdir.