Bilmem siz de farkında mısınız?  Ülkemizde yavaştan yavaştan gelişen bisiklet tutkusu, daha da bir yayılma gösterdi.  İnsan sağlığı için en önemli araçtır esasında bisiklet.  
Şayet geçmiş anılarımızı şöyle bir kaşırsak, hatırlarız elbette, 1940’lı 1950’li yılları.  O dönemler ülkemizde fakirlik bayağı belirgin bir şekilde kendini gösteriyordu.  Nerdesye yeni bisiklet sahibi olmak, ayrıcalıklı bir durumdu.  Tabii ki o zamanlar memurlar bile işe bisikletleri ile gelip giderlerdi.  Kadınlar bile bisiklete binlerler, cehennemin ucundaki dairelerine öyle giderlerdi.
Geçmişi anarken yine bazı görüntüler geliyor gözlerimin önüne.  Mesela İngiliz Okulu, yine tabir yerindeyse “Cehennemin ucunda bir okuldu” deriz.  Türk veya Rum olsun, Lefkoşa kent merkezinde veya Küçükkaymaklı, Çağlayan gibi bölgelerde ikamet eden öğrenciler, İngiliz Okulu’na bisikletleri ile gelip giderlerdi.
“Bisiklet”le bağlantılı hayatımızı irdelerken, herhalde okullarımızın konumunu da yazmamız lazım. Örneğin Lefkoşa’da sadece tek bir lise ve tek bir ortaokul vardı.  Bizler ortaokul çağımızda Köşklüçiftlik’te ikamet ederken, Haydarpaşa İlkokulu’na hep bisikletlerimizle gelip giderdik.  Eğlence’de veya Büyükkaymaklı’da ikamet eden öğrenciler de bisikletlerini kullanırlardı.  Ortaköy veya Gönyeli de kent varoşlarındaki yerleşim yerleri olduğu için, o bölgedeki öğrenciler de bisikletlerinin pedallerini çevirerek okula yetişirlerdi.
O dönemlerde bisiklet kullanmak gerçekten hem zevkli, hem de zordu.  Mesela o zamanlar ülkemizde bu kadar çok araç yoktu.  Yani bisiklet sürücüleri şimdiki gibi risk altında değillerdi.  Kentler arasında ise tren seferleri yapılırdı.
Şöyle bir Uzunyol’a kadar uzandığımızda, birçok insanı bisikletleri üzerinde görürdük.  CYTA’nın memurları, tenis kulübünün sporcuları, Gallurgez, Terasanta ve Amerikan Akademi okullarına giden kızlar ve erkekler de bisikletleri ile Sarayönü’nden geçip giderlerdi.
Şayet eski fotoğraflara bakarsanız, şimdi “yaşlı” diye vasıflandırdığımız insanların sırım gibi olduklarını görürsünüz. Neden?  Çünkü insanların hayatı hep bisiklet üzerinde geçerdi.  Vücudunda tek bir dirhem yağ kalmazdı enerji harcamadan.
1950 nereye, 2017 nereye.  Yani altmış iki yıllık bir zaman ötesi...  Çağ değiştikçe, insanların cepleri para gördükçe, artık bisikletlerini bir kenara attılar ve birer araba çektiler altlarına. Gerçekçi olmak gerekirse, arabalar, ailelerin ulaşım açısından hayatlarını kolaylaştırmıştır.  Araba artık lüks olmaktan ötedir de, göbeklenmiş, yağlanmış bir zamanların yağız delikanlıları, şimdilerde evlerine spor aletleri alarak, evlerinin uygun bir yerine koyarak o aletler üzerinde kondüsyon eksersizi yapıyorlar.  Bisiklet de o aletler arasında.  Yürüme bandı ayrı.
Herşeye karşın, son zamanlarda insanlarda bir bisiklet sürme merakı gelişti.  Özellikle bisikletleri ile olabildiğince trafiğin az olduğu mekanlarda bisiklet sürüyorlar.  Genellikle yeni açılan arsalar içerisinde öğrenci araba sürücüleri gibi, hep o arsaları kullanır bisiklet sürücüleri. Hatta bazı yeni gençler, kendi kondüsyonlarını sağlamak ve vücuda enerji enjekte etmek için, ne trafik dinlerler, ne de sürat yapan, hatta tehlikeli sürüşler yapan araç dinlerler.  Basarlar pedallere olabildiğince.
Gerçekten o gençler, bisiklet marifetiyle kendilerine kondüsyon sağlıyorlar.  Tabii ki şu soru geliyor akla, bisiklet deyince.
“Bizde bisiklet parkurları nerede?”
Maalesef o kadar gelişmedik.  Kaldı ki, çoğu kent merkezlerindeki çukurlar bile insanı çileden çıkartıyor.  Yoksa bisiklet parkuru mu yapacağız?
Esasında Şehitcilik Dairesi, modern kentleşme açısından çevre yollarına olabildiğince bisiklet parkurlarını ve şeritlerini düşünüyorlar.
Bu konuda geç mi kaldık?
Hani zararın neresinden dönersek kardır derler ya... İşte bundan sonraki kentsel gelişmemizde herhalde bisiklet parkuları de düşünülüyor.
Şayet televizyonların spor kanallarını izlerseniz, o bisiklet tutkunu insanların o yemyeşil ve düzenli trafik akışında güvenli bir biçimde bisiklet zevklerini tatmin ettiklerini görürsünüz.  Nerde bizde o yeşil, o güzelim kırlar ve bisiklet şeritler.  Daha yüz fırın ekmek isteriz o noktaya gelinceye kadar.  Kaldı ki, yıllarca yırtınıp durduğumuz “Türkiye suyu ne zaman gelecek?” diye, ama onu bile yüzümüze gözümüze bulaştırdık.  Hala da Türkiye suyunun ulaşmadığı yerler var.  Kaldı ki, Türkiye suyu ile yemyeşil bir Mesarya yaratacağımızı hayal etmiştik.
Yani bisikletten şahane bir çevreye, İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllardan ta 2017’lere kadar hayatımızdaki bisikleti yazdık çizdik, nostalji adına.  Bunlar da hayatımızın bir parçasıdır esasında.  Eskiyi bilmek, yeniyi alkışlamak ve daha da mükemmel bir ortam yaratmak en güzeli değil mi?
Yani anlayacağınız bayağı bisiklet...