Sayın Genel Sekreter,
Öncelikle Kıbrıs’ın  güzel baharından, saygılar ve selamlarımı sunarım.
BM Barış Gücü askerleri’nin 1964 yılından beri görev yaptıkları Kıbrıs adasından sizlere bu mektubu yazıyorum. BMGK’nin her altı ayda bir bu gücün görev süresini uzatmakta olduğuna da tanıklık etmiş bir sekretersiniz.
Şu an 2018 yılında olduğumuza göre aradan tam 54 yıl geçmiş; bu süre içerisinde Kıbrıs’ta nelerin yaşanmış olduğu da BMGK arşivlerinde pek ala vardır. Bu nedenle ben sadece bazılarına kısaca değineceğim.
BM daimi üyelerinden garantör Birleşik Kırallık, 1959-1960 antlaşmalarıyla, Kıbrıs’ta, Britanya üs bölgeler dışındaki egemenlik haklarını, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk toplumlu (iki toplumlu) Kıbrıs Cumhuryeti’ne devretmiştir.
Ancak malumunuzdur ki, 21 Aralık 1963 tarihinden beri , Kıbrıs Cumhuriyeti sadece Kıbrıslı Rum toplumlu (tek toplumlu) bir devlete dönüştürülmüştür ve bu devlette Kıbrıslı Türkler temsil edilmemektedir.
Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türk paydaşlarını devlet organlarından dışlamalarının nedenlerini burada irdelemenin bir yararı olmayacağı için, üzerinde durmayacağım. Ancak bu nedenlerin 1974 darbesine de yol açan nedenler olduğu ve Kıbrıs olaylarına objektif bakabilen herkes tarafından kabul edilmektedir.
Burda bir Kıbrıslı Türk olarak diyebileceğim; savaşın ve bölünmenin yaratmış olduğu tüm acılara rağmen, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesinin sadece ve sadece garantör Türkiye’nin meşru müdahalesi ile önlenebilmiş olduğudur.
1963 Aralık ayında, iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti devletine, Kıbrıslı Türklerin toplumsal siyasal haklarına el koyan Kıbrıslı Rum adadaşlarımız, 1974 sonrasında, adadaki ateş-kes hattının kuzeyinde kalan özel mülkiyetlerine de el konulduğunu yaşamak zorunda kamışlardır. Bu nedenlerledir ki, Kıbrıs sorunun çözüm parametreleri arasında anayasal ve yönetsel kriterler yanında, toprak ve mülkiyet kriterleri de vardır.
24 Nisan, 2004 tarihinde Kıbrıs’ta bir milat daha yaşanmıştır. O dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’nın adı verilen BM çözüm planı eşzamanlı olarak olarak her iki toplumun onayına kondu.
Kıbrıslı Türkler bu plana yüzde 65 “evet” derken Kıbrıslı Rumlar yüzde 75’le “Oxi” yani hayır dediler.
Burda önemli olan ve altınının çizilmesi gereken husus, anılan referandumda Kıbrıslı Türklerin onay verdiği birleşik, federal, iki toplumlu Kıbrıs yerine, tek toplumlu (Rum) Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam bir hafta sonra AB üyesi olarak kabul edilmiş olmasıdır.
Bu durum Avrupa Birliğini rahatsız etmemekte olabilir, ancak üye yapılan ve iç sorunlarını hala çözememiş olan; Kıbrıslı Türklerin uluslararası antlaşmalara ve hukuka dayalı toplumsal siyasal haklarını işgal etmekte olan Tek(Rum) toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği en azından, meşruiyet, yasal ve demokratik açıdan eksiktir, sakattır.
Kıbrıs sorununun 55 yılık temelindeki öz sorun da budur. BM ve AB üyesi tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı Türklerin kazanılmış toplumsal siyasal haklarını çiğneyerek ve çiğneterek tek başına yol almaya çalıştıkça da, hem Kıbrıs’ta hem de Doğu Akdeniz’de gerginlikler artarak devam etmektedir.
 En son Crans Montana’da tam bir Rum-Yunan fiyaskosu ile sonuçlanmış iki yıllık Akıncı- Anastasiades görüşmeler sürecinin, Rum lider tarafından sadece bir seçim malzemesi olarak kullanılmış olduğuna da tanıklık ettik hep beraber.
Anastasiades yeniden tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti başkanı olarak seçildi, seçilmesine ancak, ortada daha da vahim bir Kıbrıs uyuşmalığı bırakmakla kalmayarak, denizlerde, Kıbrıs Türklerinin de uluslararası hukuktan kaynaklanan ve eşit söz sahibi olduğu, haklarına olan tecavüzlerinin, dozunu artırmaya başadı.
Sayın Genel Sekreter Guterres,
55 yıldan bu yana Kıbrıslı Türklerin,Kıbrıs Cumhuriyetindeki hakları üzerine oturan, BM üyesi tek toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinin, yine Kıbrıslı Türklerin de hak sahibi olduğu enerji kaynakları üzerinde, tek söz sahibi olabilmesi mümkün mü? Ve Kıbrıslı Türkler ve garantör Türkiye buna göz yumarlar mı? Göz yummayacakları kesinlikle anlaşıldığına göre; BM olarak insiyatif üstlenilmesinin zamanı şimdidir diye düşünüyorum.
Önerim basittir. Siz “tilki” rolünü oynamaya devam etmeyi çok benimsemiş olan Anastiades’in, hileli zarlar gibi ortaya saçtığı sözlerine bakmadan, Kıbrıs’taki “sosyal yemek” anlayışınızı daha geniş bir sosyal yemeğe dönüştürmeniz olasıdır diye düşünüyorum.
Türkiye Başbakanı Yıldırım , Yunanistan Başbakanı Çipras ve Kıbrıslı liderler Akıncı ve Anastasiades , Kıbrıs’ta sizin de bizzat katılacağınız sosyal bir yemekte neden bir araya gelmesinler? Alt tarafı sosyal bir yemek..
Kanımca Mayıs ayı, çok da uygun olur böyle ve bu kapsamda bir yemek için.
50 yıllık, sonuç vermeyen görüşmelerin kilidini açmak,Türk ve Yunan uluslarının Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türklerin, ortaklaşmanın ve paylaşmanın, birbirlerine güvenmenin ve saygı duymanın, yabancılardan (diğer ülke ve uluslardan) fazla kendi yararlarına olacağını anlamalarına bağlıdır.
Sayın Genel Sekreter, sizler de bir zahmet bu sosyal yemeğe gelin ve onlara bunu anlatın. Anlamazlarsa da kimlerin anlamadığını bir “Akdenizlilik” yaparak dünyaya açıklayın.
Tekrardan saygılarımla, hoş kalın esen kalın.