Bundan tam 55 yıl önceydi...  Rumların bütün Türkleri yok etmek için başlatmış oldukları silahlı eylem ve operasyonlar, pek çoğumuzun canını yakmış ve halk bölük pörçük olmuştu.

            Malum Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının Türklere vermiş olduğu haklar çerçevesinde CBC (Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu), Türklerle Rumların müşterek kullanımına verilmş bir yayın kurumuydu.

            Esasında bu yayın kurumu, İngiliz devrinden kalma,  Atalasa’daki yayın kurumuydu.  Cumhuriyet kurulunca  Türklerle Rumlar70:30 esasları çerçevesinde kendi yayınlarını yapmaya başlamışlardı.  Yılların nice deneyimli memur ve elemanları o kadar yolu her gün kat ederek programlarını yaparlardı.  O haklar çerçevesinde Türklere ayda sadece Cuma geceleri Türk filmi veya Türk müziği izleme hakları veriyordu.  Sair günler bir mahkum gibi kendimizi hep Rum ve Yunan kültürünü izlemek zorunda kalıyorduk.  Radyoda durum farklıydı.

            Herkesin ayrı ayrı Türk ve Rum kanalları vardı.  Rumlar bunu bile fazla görmüşlerdi.

            Çarpışmalar başlayınca bütün Türk memurlar can güvenliğinden ötürü, kendi iş yerlerine gidemez olmuşlardı.  Radyo ve televizyon stasyonu da aynı ölüm korkusunun odak noktasıydı.  Hatırlıyorum Dr. Küçük’le Makarios’un o çarpışmalar esnasındaki görüşme sürecinde Makarios şöyle demişti Dr. Küçük’e:

            “Sayın Küçük, Türk memurlar neden işlerine gitmiyorlar?”

            O da şöyle bir yanıt vermişti:

            “Siz olsaydınız can güvenliği olmayan yollara, sokaklara çıkablir misiniz?  Hangi Türk cesaret eder sizin katil askerlerinizin arasından geçerek işlerine gidebilir ki?”

            Rumlar o günlerde tam 103 köyümüzü göçmen durumuna düşürmüştü.  Küçükkaymaklı cayır cayır yanıyordu.  Köy ve kasabalarla iletişimimiz tamamen kopmuştu.  İşte o zor anlarda, mücahitlerin silahlarını çanaklarından çıkartıp cephelere koştuğu, telsizlerin ses vermeye başladığı bir zamanda dönemin Bayraktarı Kenan Coygun  talimatı vermişti:

            “Derhal kendi radyomuzu kurmalıyız.  Ne kadar teknik elemanımız varsa bir araya gelsin ve radyomuzu kursun.  Radyomuzun ismi, Bayrak Radyosu-Kıbrıs Türk Mücahidi’nin Sesi” olacak” demişti.

            Tabii ki ilk akla gelen şey, bu radyonun nerede kurulacağı sorusuydu.  Evet radyo, Dr. Küçük’ün ikametgahtaki garajında kurulacak ve ses getirecekti.  Hatırlıyorum o çarpışmalar içinde.  O günlerde ben de sarayda özel kalemdeydim. Ayrıca Bayraktarlığa bağlı bazı görevlerim de vardı.  İşte o kritik günlerde Dr. Küçük’ün garajdaki Austin Princess marka makam arabası çıkartılıp tabya üzerindeki burcun en uç noktasına park edilmiş ve garajın ahşap ve demirden yapılmış kepengi kapatılmıştı.  Garajdan ikametgaha geçen bir de yan kapı vardı. 

            İşte o noktada merhum lider Dr. Küçük bana şu talimatı vermişti:

            “Osman, bizim garajda Türk radyosu kuruluyor, bu garaja görevlilerden başka kimse girmeyecek.  Giriş çıkışlardan sen sorumlu olacaksın.  Bu görev çok gizlidir.  Aksi takdirde düşmanın kulağına geçerse, bunun için de kötü önemler alabilir.”

            O benim için gerçekten kutsal bir görevdi.  İlk ekip oraya gelmiş ve harıl harıl birşeyler yapmaya başlamıştı.  Birden garajın bütün zemini kablo ve araba aküleri ile dolmuştu.  Mikrofon da olmadığı için telefon ahizeleri mikrofon olarak hazırlanmıştı.  Şu anda aklıma gelen bazı kişiler şunlardı:

            Özer Berkem, Fuat Beyar, televizyoncu Muammer ve dahaları...

            Ve ilk anonslar ve ilk sesler gelmeye başlamıştı....

            “BAYRAK! BAYRAK!  BAYRAK’  BURASI KIBRIS TÜRK MÜCAHİDİNİN SES!”

            Bu anonsu rahmetlik Kemal Tunç o gür sesi ile yapıyordu.  Zamanın akışı içinde halkın moralini yükseltmek için yine gür sesi ile milli şiirler okumaya başlamıştı.  O anonslar arasında herkesi etkileyen şiir, KİN şiiriydi.

            Yine hatırlıyorum...  Radyonun bazı yedek aksamları için üslerde çalışan kardeşlerimiz, iş çantalarına koyarak bizim bölgeye getiriyorlardı. Bunun yanında Kıbrıs Türk Alayı’nın değiştirme Birliği ile Türkiye’den teknik malzeme geliyordu.   Siz sanır mısınız ki BRT kolay kuruldu?  Veya bugünlere kolay geldik?

            İşte 55 yıl önce Dr. Küçük’ün garajında kurulan radyo, zaman içinde daha da kurumsallaşmaya ve yayın alanını genişletmeye başlamıştı.  Artık kendi radyomuzda Türkçe, İngilizce ve Rumca haberler ve yorumlar yapıyorduk.  Zaman zaman Rumlar bize, biz de Rumlara parazit yapıyorduk.  Dişe diş, göze göz misali bir kavga...

            Televizyon mu?  Maalesef 1974 öncesine kadar bunu gerçekleştirememiştik.  Yine hatırlıyorum... Dr. Küçük 1972 sonbaharında Ankara ziyaretinde dönemin Başbakanından Kıbrıs Türkleri’ne bir televizyon kurulması gereğini gündeme getirmişti.  TC Başbakanı şu soruyu sormuştu:

            “Televizyon kuralım da, vericiyi ve anteni hangi dağın doruğuna dikeceksiniz.  Bütün stretejin noktalar Rumların elinde.”

            Maalesef yıllarca Rumların zaptettikleri müşterek radyo ve televizyondan Türkler aleyhine Ermeni ve bazı soysuzları ekran karşısına geçirterek konuşturuyorlardı.  Radyoda da öyle.

            Ta ki 20 Temmuz 1974’e kadar bu alanda da acılarla geçti günlerimiz. Dr. Küçük’ün en büyük ideali, ancak bu tarihten sonra gerçekleşebildi.

            Savaş esnasında Kantara’daki Rum vericisi Türk uçakları tarafından vurulunca, o verici yara almıştı.   Artık kuzey bölgeleri Türklerin eline geçiyordu.  Rumlar ise, Türk askerinin korkusundan kaçacak delik arıyordu.

            İkinci Harekat sonrasında hayat kısmen normale dönmeye başlamıştı.  Ve Kantara vericisi Türk televizyonu için devreye giriyordu.

            Ekrandaki ilk görüntüler, bayrak ve Atatürk’ün resimleriydi.  O resimleri gördüğümüzde hepimiz ağlamıştık.  Ne derin duygu ve özlemlerdi onlar.

            İnsan bunları yaşayınca gayri ihtiyari soruyor, şu “Birleşik Kıbrıs” rüyaları ile yatıp kalkanları görünce,  “Bu topraklar kolay vatan olmadı” deriz.

            Ve o zor ve uzun yıllardan sonra bütün azameti ile BRT orada gözlerimizin önünde ve deneyimli kadroları ile bize hayat veriyor.