Dünya koronavirüs haritasına baktığımızda, en acı ve en trajik kooronavirüs olaylarının uzakdoğu ülkeleri ve özellikle Hindistan’da yaşandığını görürüz.

            Hindistan’da günde 2 bin 771 kişinin koronavirüsten ölmesi, hastanelerde ölümcül hastalara yatak kalmaması, cesetlerin sokaklara taşması ve gerçek anlamda tıbbın aciz kalması, bize şu sözleri dedirtiyor ve Allah’a şükrediyoruz.

            “Şu koronavirüs sürecinde Kıbrıs gibi bir ülkede doğmuş olmak, bu topraklarda bu havayı teneffüs etmek, insan değerlerinin ve olanaklarının en üst seviyede seyrettiğini görmek bizim için çok büyük şanstır” diyoruz.

            Hindistan’da günlük vaka sayısının en üst noktaya gelişiyle ölenlerin sayısı, 3 bin civarında olduğu haberi veriliyor.  Yeni Delhi’de, her dört dakikada bir kişinin hayatını kaybettiği gerçeği, gerçekten korkunç bir durum.

            Oksijen yetmezliği, oksijenlerin de karaborsaya düşmesi, zengin Hintlilerin özel uçaklarına binerek İngiltere ve Amerika’ya göçmeleri ve zavallı fakir insanların bedenlerini yakacak “krematoryumlar”ın dahi yetersiz kaldığı bir ortam...

            Bir an için insan empati yapınca, doğrusu Hindistan veya Uzakdoğu gibi çaresiz, hatta çok kalabalık bir ülkede doğmanın ve bu ortamı yaşamanın ne kadar feci ve feci olduğu kadar şanssızlık olduğunu anlar.

            Mesela “Krematoryum” kelimesini kaç insan biliyor.  Veya bilgisindedir.  İnsan bilmediğini internete sorunca veya ansiklopedilere başvurunca öğrenebiliyor.  Ama bazı kelimeler vardır ki, hiç insanın aklından çıkmaz.

            “Krematoryum” kelimsesinin anlamı, insan cesetlerinin yakılması için hazırlanan çok yüksek ateşte hazırlanan özel fırınlardır.  Yani insanlığın bittiği, çaresizliği en üst noktaya ulaştığı bir araçtır krematoryum...

            “Krematoryum” kelimesini yıllar önce Hitler’in “Kavgam” adlı kitabını okurken öğrenmiştim.  İkinci Dünya Savaşı’nda Naziler’in acımasızca katlettikleri binlerce Yahudi’nin sokaklarda kokan cesetlerini yok etmek için hazırlanmış krematoryumlar.

            Herhalde hatırlayacaksınız...  İkinci Dünya Savaşı’nda da tam bir katliam yaşanmıştı.  Yani insan değerlerinin ayaklar altına alındığı, özgürlük ve var oluşun kaybolduğu,  ekonominin sıfırlandığı, herşeyin acımasız Nazi askerleri tarafından çiğnenip yok edildiği bir süreç...

            Evlerinden zorla alınarak esir kamplarına götürülen Yahudilerin ölüm çukurlarında kalan, sokak ortalarında cansız yatan bedenlerinin insan sağlığı için tehlike arzettiği görülünce Almanlar, çareyi, krematoryum denen fırınları yapmakta buldukları görülmüştür.

            Almanların bu katliamlarına ve krematoryumda insan cesetlerinin yakılmasına ne kadar tepki göstermişti dünya.  Dünya tepki göstermişti ama çaresizlik içinde, birşey yapamamanın verdiği bir ortam içinde insanlık öylece bakmıştı yaşananlara.

            Hani derler ya, “Beterin beteri vardır” diye...  Evet beterin beteri, bu kez ırk ve ideolojik savaşlar değil, insanlığı yok etmek için bitmeyen ordusu ile savaşan koronavirüs var karşımızda.  İlaçsız kalan, hatta hastanesiz ve yataksız kalan binlerce insanın ölümleri bizlere ibret olsun diyorum.

            Zaman zaman Türkiye’ye ve adadaki Türk askerine dil uzatanlara seslenmek lazım.  Türkiye olmasaydı bizim neyimiz olurdu?  Hastanelerimiz, yollarımız, çağdaş iletişim ağlarımız ve herşeyi ile insanlığa hizmet eden bir pandemi hastanemiz...

            Herhalde Kıbrıs’ta üretilen haberleri okuyan, bu acıları yaşayan insanlar, bizlerle alay etmektedirler.  Mesela Güney Kıbrıs’ta kokronavirüs ve ölüm vakaları artarken, KKTC’de vaka sayıları hiç yüzün üstüne çıkmamış ve ölümler de asgari noktada seyretmiş.

            İtalya mı?  İtalya’da insanları gömecek ne mezarlık kaldı, ne ölüleri gömecek eleman, ne de o ölüleri taşıyacak araç kalmış.  Cesetler sokaklara taştı.

            Birkaç gün önce İtalya’daki durum da gözler önüne seriliyordu.  Hindistan kadar değilse bile, modern ve her donanıma sahip AB Üyesi İtalya da baş edemiyor koronavirüsle.

            Bir İtalyan politikacının, “Babamın cesedi koktu, onun gömülmesini sağlayamıyorum” deyişi, işin vehametini gösteriyor.  Ve açıklıyor...

            “Dağlar taşlar mezar doldu.”

            Ne kadar trajik bir durum, değil mi?

            Hükümet zaman zaman bazı açıklamalar yaparak tedbirlerin elden bırakılmamasına değinirken, ne kadar haklı olduğumuzu anlatır esasında.  Şayet uzakdoğu ve özellikle Hindistan’daki ölümlerle İtalya’daki ölümleri idrak edersek, bu küçücük ada ülkesinde doğmanın da bir şans olduğunu ifade etmem lazım.

            Rumların Türkleri yok etme ve adayı Yunanistan’a bağlama hevesleri kursaklarında kalırken, ada savaşları gerçeğinde bile Almanlarla boy ölçülemedi Kıbrıs’ta katliamlar açısından.  Lakin her insanın hayatının değerli olduğuna ve evrensel değerler bağlamında yaşama hakkının var olduğu düşünüldüğünde, Rumların Naziler’den hiç farkları olmadığını da görürüz ayrıca.

            Türk veya Rum, Ermeni, Maronit olsun.  Bu ada üzerindeki bütün insanlar için şanstır burada doğmak, büyümek ve yaşamak, özellikle şu pandemi sürecinde.

            O zaman ben de şöyle diyorum bütün Kıbrıslılara...

            “Siz yatıp kalkıp dua ediniz ki, bu küçücük adada yaşıyorsunuz ve dünyayı dürübünle seyrediyorsunuz.  Türklerin Rumlara uzatılan zeytin dalını neden reddettiklerini sorgulamak gerekir.”

            Zaman zaman düşünmedik değil...  İnsanlar birbirlerini yerken, saçma ideolojiler peşinde koşarken insanlığın başına gelen şu salgının, belki Allah’ın verdiği bir ceza olduğunu görmek gerekir, diye de düşünebiliriz.

            Sanki Allah, “Maden size verdiğim dünya nimetlerinin kıymetini bilmiyor ve birbirinizi yemeye devam ediyorsunuz, alın başınıza başedemeyeceğiniz şu koronavirüs’ü, ve yaşadıklarınızdan ders çıkartınız” dercesine