Bugün bayram, üstelik de, bazıları beğenmese de Şeker Bayramı! Gerçi her konuda olduğu gibi, bu konuda da toplumsal değer yargıları çok değişti ama olsun, Bayram her zaman bayramdır. Herkese, hepimize kutlu olsun!
Bayram sözcüğünün, eski dilde zengin anlamına gelen “bay” sözcüğü ile bağlantılı olduğunu biliyor muydunuz?
Soruyu şöyle de sorabiliriz:  “Bay,” “bayrak,” “bayram” sözcüklerinin aynı kökenden gelmesinin anlamı nedir? 
Bu soruların yanıtını dilbilimcilere bırakarak, köken birliği olmasına karşın, “bayram” ve “bayrak” sözcüklerinin, “bay” sözcüğünden farklı olarak, bireysellikle değil; toplumsal, dinsel, ulusal birliktelik, ortak bilinç ve ortak bellekle bağlantılı olduğunu belirtelim. Buna, bayramın başka sosyo-kültürel  boyutlarını da ekleyebiliriz. Başka bir deyişle bayramlar, toplumsal varlığımızın ve de toplumsal belleğimizin simgesel/törensel göstergelerindendir.
Eski Bayram Gelenekleri
Eski bayramlarda mutlu olunur(du); mutsuzların mutlu olması için herkese görev düşer(di). Büyüklere unutulmadıkları anımsatılır(dı). Küsler barışır(dı). İmece, dayanışma, yardımlaşma gibi toplumsal zenginlikler anımsanır(dı) ve hayat bulur(du).
Çağımız, bireyin ve bireyselliğin yüceleştirildiği, çoğu hızlı solcular için bile  değerlerin en yücesi olduğu bir çağ olsa da, bayram yine de bayramdır. .
Dünyamızın geleceği belirsiz olsa da, savaşlar bitip tükenmese de, Doğu Akdeniz’de sular giderek daha da ısınsa da, halk olarak bizi nasıl bir gelecek beklediğini bilmesek de, yeni hükümetin ne denli başarılı olacağı belli olmasa da, “ev alma komşu al” diyen atalarımızın sözüne göre olası bir çözümden sonra bile bizi bitmeyecek bir savaşımın beklediğini bilsek de, siyaset kurumumuz popülizm/halk dalkavukçuluğu hatalığına iflah olmaz biçimde yakalanmış olsa da, memleketin görüntüsü yangın yerine benzese de, evrensel ekonomik bunalımın bizi fena vurma olasılığı bulunsa da, dünyada ve ülkemizde çevre felaketi yaşansa da, her yıl şu kadar bitki şu kadar hayvan cinsi yok olmakta ise de, doğanın her gün içine edilse de, bayram  hep bayram olarak kalacaktır.  En azından çocuklarımız için bayram olarak kalmalıdır. .
Bellek yitimine uğrayan/uğratılan bir halk olarak, bizi yönetenler “ortak akıl” için kıllarını kıpırdatmasalar da takmayın kafaya!    
Güney Afrika’nın yeni hükümetinin, 14 kadınla 15 erkekten oluşmasına karşın bizde koalisyonun büyük ortağının tek kadın bakanı olmamasına da kafanıza takmayın bugün! 
Hem baksanıza, yeni Başbakan Ersin Tatar’ın eşi Sibel Tatar,  eşinin Başbakanlığını kutlarken ona hasır sandalye hediye ederek kadınca ama çok anlamlı, hatta ironi yüklü, ayakta alkışlanacak  bir eylem ortaya koymuş.       
SICAK SAVAŞ İÇİNDE GEÇEN İKİ BAYRAM
Gençlik yıllarımda, asla anımsamak ve yeniden yaşamak istemediğim bayramlar vardır:
15 Şubat 1964, Kurban Bayramı’ydı.  Köyüm Boğaziçi/ Aytotro o gün ilk saldırıya uğramış, köylüye iki gün boyunca kan kusturulmuştu. Ama direniş başarılı olmuş, o günlerde birçok köyün başına geldiği gibi, köyüm düşmemiş ve varlığını sürdürebilmişti. 
O günlerde Lefkoşa’daydım. Köyüme saldırı haberini alınca çılgına dönmüş ve köyümde görev yapmak için gönüllü olarak başvurmuştum.  
Sonunda köyüme gittim ve TMT’nin bölge merkezi olan komşu köy Geçitkale/Köfünye’de göreve başladım.  Tarih 27 Şubat 1964’tü. 29 Şubat 1964’te ikinci bir saldırı yapıldı köyüme!.   
23 Nisan 1964 günü çifte bayramdı. Ramazan Bayramı da o güne rastlamıştı.  O sabah ailem, mücahitler ve köylü ile bayramlaşmak için köyüme gittim. Öğle yemeğinden sonra geriye Geçitkale/Köfünye’deki Kovan Karargâhı’na dönecektim.  
Köy karargâhından beni aradılar. Çevremizde, değişik yerlerde Rum silahlılar görülmüştü. Hemen karargâha koştum. 
Savaş ortamı olmasına karşın, köyde gelenek olduğu üzere, tüm olanaksızlıklara ve yokluğa karşın çobanlar koyun ya da kuzu, diğer köylüler kümeslerinden tavuk kesmiş; fırınlar yakılmış, aileler bir araya gelerek, sini sini kebaplar, tavalar fırına koyulmuştu. Bir iki saat içinde fırınlar açılacak, mangallar yakılacak, masalar kurulup yeme içme başlayacaktı. 
Gelen haberlere göre silahlı Rumlar, en belirgin biçimde, köyün kuzeybatısı ile  batısında,  Türk Mahallesi’nin son evinden birkaç yüz metre geride görülmüşlerdi. Birkaç mücahitle birlikte ilkokula gitmek için yola çıktım. Orada durumu hem yakından görme olanağım olacaktı, hem karargâhla bağlantısı kurabilecektim. 
İlkokulun ana bahçe kapısı ulaşmak üzereyken, karşıdan otomatik silahlarla bizi taradılar. Kendimizi sağa sola zor atıp postu zor kurtardık. O ilk ateşten sonra her yana kurşun yağmaya başladı. Eğlenme ile yeme içmeye olan düşkünlüğümüz ve öğle saatlerinde yemekte olacağımız hesap edilerek, boşta ve gafil avlanmak istenmiştik. Aynı saatlerde ikisi de ilkokuldan sınıf arkadaşım olan Emir Yusuf (Akbelli) ile kısa bir süre önce kardeşim İbrahim’le birlikte Ankara’daki üniversitesini bırakıp bize katılan Mustafa Mehmet (Tansel), Arıtepe’deki mevzilerinden ileriye çıkıp keşif yapmak istediler ve bir grup silahlı Rumun saldırısına uğradılar. Emir yaralandı. 
Sürünerek, çevreyi kollayarak, eğilip bükülerek zar zor arkaya geçtim ve kendimi telefonun olduğu öğretmen odasına attım.  Ve beş gün beş gece (23 – 27 Nisan 1964) sürdü o korkunç saldırı! Bayramı savaşarak, direnerek geçirdik. Yine bizi köyümüzden sökememişlerdi.
1964 yılının o korkunç bayramları, hele hele, hayatımı yitirmekten şans eseri kurtulduğum o kanlı bayram belleğimden hiç silinmedi.  
ÇOCUKLUĞUMUN BAYRAMLARI
Herkes gibi çocukluğumun bayramları, en çok anımsadığım günlerdendir. Ben de birçoğunuz gibi, en güzel bayramları çocukluğumda yaşadım. Günler öncesinden tatlı bir heyecan yaşamaya başlardık. Bayramlar, oyuncaksız geçen o yokluk ve yoksulluk yıllarında, biz çocuklara yeni bir şeye sahip olma ve cebimizde para görme olanağı verirdi.
Ayakkabıyı ilkokula başladığı zaman gören bir çocuk olarak, bayramda yeni bir şey alma umudu ile nasıl heyecan duymaz ve mutlu olmazdım? Yalnızca ben değil, köyümdeki tüm çocuklar, zaman zaman televizyon ekranlarına yansıyan yoksul ülkelerin çocukları gibi, ayaklarımız nasırlaştığı için soğuktan/sıcaktan etkilenmeden yalınayak dolaşırdık. Nerdeyse yeni olan her şey bayramlık olarak alınırdı.
Köyümde camiye gitme alışkanlığı olanlar azdı. Kadınlar zaten camiye gitmezdi. Buna karşın, bayramlarda tüm erkeklerin camiye gitme geleneği vardı. Büyüklerimiz “camiye gidilmezse bayram olmaz” derdi. Camiye gitmeden el öpülmez, bayram harçlığı alınmazdı. 
Rahmetli babam, geleneğe uyarak beni ilk çocukluk yaşlarımda (bir “erkek” olarak) bayramlarda camiye götürmeye başlamıştı. Bayramlarda duyduğum camiye gitme heyecanı yanında, Hoca’nın ezanı Türkçe okumasından hoşlandığımı iyi anımsarım. (Sonra bir gün ansızın Türkçe ezan Arapça okunmaya başlandı. Ezanın Arapça okunurken Türkçeye, sonra yeniden Arapçaya geçme süreci ile bunun nedenini kavrayabilmek için aradan çok yıllar geçmesi gerekti.) 
Her neyse! Bayram sabahları rahmetli anneciğim beni kaldırıp cicilerimi giydirir, sonra babam elimden tutup camiye götürürdü. Camide, sıra bayramlaşmaya gelince herkesin birbiriyle kucaklaşıp öpüşmesine ve kaynaşmasına bayılırdım. Küsler barışıp kucaklaşır, herkes birbiriyle bayramlaşırdı.
Cami sonrası, başka bir atmosfer idi. En büyüklerimiz ilk olmak üzere el öpmeye başlardım. Çocukluğumun ilk yıllarında, el öpme karşılığında bana bir onluk ya da yirmilik verilirdi. Nadiren de bir kuruş! O zamanlar, bir Kıbrıs lirası yirmi şilin, bir şilin dokuz kuruş, bir kuruş kırk para idi. Onluk (ya da on para) kuruşun dörtte biri, yirmilik (ya da yirmi para) kuruşun yarısı idi. Bayramlık parası, yıllar geçtikçe arttı.
Çocukluğumda cami çıkışından sonra büyüklerimiz muhakkak mezarlık ziyareti de yapar ama bizi oraya götürmezlerdi. Anımsadığım kadarıyla ilk kez böyle bir ziyarete ilkokul sonlarında götürülmüştüm.
El öptüğümüzde bize verilen onluklar/yirmilikler bile beni ne çok mutlu ederdi.
Gerçekten o günlerin bayramları mı güzeldi? Yoksa tüm yoksulluğa/yoksul yaşama karşın, güzellikler, çocukluğumuzun saflığından/temizliğinden mi kaynaklanıyordu? 
Ya bugünün çocukları!  Mutlu oluyorlar mı bayramlarda?
Sekspir’in dediği gibi, “bütün mesele bu!” 
Kısacası…      
Kısaca şöyle bağlayayım: 
Eğer çocuklar mutlu oluyorsa, bayram bayramdır.
Gözlerinize pembe gözlükleri takın! Olumsuzlukları bu bayram günlerinde görmemeye, benim gibi geçmişinde acı dolu bayramlar varsa bile onları unutmaya çalışın! Çocuklaşın! Ve mutlu olmaya bakın!
Hayat o kadar kısa ve o kadar sürprizlerle dolu ki, bu bayram günlerinde olsun, çevrenizi pespembe görün! 
Bir kez daha bayramınız kutlu olsun!