Zaman zaman bazı şirket ve bankaların içinin boşaltıldığı yazılıp çiziliyor,  hatta suç meydana çıkınca da “Bu hırsızlığı yapan kişi, muhasebeden anlamıyor” deniyor.

                Herkes biliyor...  Her alacağın bir vereceği vardır.  Yani İngiliz muhasebe terimi olarak “Debit-Credit”, Türk muhasebe sistemine de “zimmet-matlup” deniyor.

                Her zaman şirketlerin ve büyük bankaların bir denetim mekanizması vardır.  O mekanizma, mukayyitler vasıtasıyla yıllık denetimlerle hesapların doğru veya yanlış tutulup tutulmadığı, hesaplarda oynanarak para çalınıp çalınmadığı okrtaya çıkar.

                Esasında günlük paralarla oynayan veya işi icabı veznederalık yapan bazı kişi veya kişiler, paranın sıcak yüzünü görünce dayanamayıp, kestirme yoldan zengin olmayı kafalarına koyarlar.  İşte onun adı, “Şeytana uymaktır” bana göre.

                Adam bir kere şeytana uydu mu, artık hayatı bitti demektir.  Bir gün murakıplar hırsızlığı tespit ederse, işte o zaman ilgili şirket veya işletme Savcılığa suç duyurusunda bulununca, suçlu tutuklanıp hakkında dava okunur ve hapse gönderilir.  Bu hataya düşen kişi hiç mi ailesinin, çoluk çocuğunun ve kendi itibarının sonunu düşünmez?

                Devletin hazinesinde veya bankaların veznelerinde görev alacak kişileri belirlemek için seçici kurul, mutlaka münhal mevkiye başvuran kişinin ailesini, geçmişini, maddi durumlarını iyice araştırır ve ona göre karar verir.  O bağlamda bir yere kadar tedbir alınmış olur.

                Bankacılıkta veznedarlar tek başlarına paraların konduğu bodrumun kapısının kilidini tek başına açamazlar.  İngilizler buna “strongroom” derler. Yani boldurm demek.  Bodrumdaki o büyük kasanın kapısının üç anahtarı olur genellikle.  Birisi genel müdürde, diğeri yetkili bir imza sahibinde, öteki de veznedarda.  Bodrum  kapısının açılabilmesi ve o gün kullanılacak paraların dışarıya taşınması için üçünün de bodrum kapısında olmaları gerekir.  Üç anahtar taşıyanlar kendi kilitlerini açarlar, sosnra da kapı açılır.

                İşte o bodrumdan çıkan şeyler, “sıcak karalardır” demek istiyorum.  Bazen de vurgunu yapanlar soluğu ülkeden kaçmakta bulurlar.  Sonra da interpolün lisstesine girince, dünyada saklanacak delik ararlar.

                Büyük kentlerde bu tür işler mafya işidir.  Organize olarak paraların iç edilmesi için çok büyük planlar yapılır, vurgun gün ışığına çıkmadan herşey bitmiş olur.  İşte o denetimlerde mesele anlaşılınca işletme, başına başına döğünür.  “Biz nerde hata yaptık ve şu veznedara güvendik” sorusu ile soruna çare ararlar.

                Bir zamanlar İngiliz’in ünlü komedyeni Norman Wisdom’un bir filmini izlemiştim.  Konu İngiltere’de geçiyodu.  Bir gün mağazaya çok şık giyinmiş ve kendini kontes olarak tanıtan yaşlı bir kadın girmişti.  Gerçekten çok asil görünüyordu o kadın.  Önce sözde satın almak için bir valiz aldı ve elinde taşımaya başladı.  Sonra beğendiği reyonlara gelince bir puntuna getirip kendisine uyan pahalı kürkleri ve daha nice değerli eşyaları o valizin içine atmaya başladı.

                Birisinin ihbarı üzerine yöneticiye durum bildirilince kadın, “Kraliyet ailesine mensup bir asil kadını böyle itham edemezsiniz” deyince ondan özür dilemişler ve içi elbise dolu valizi bir Rolsroys’un bagajına koyarak aracın  kapısını büuyük bir nezaketle kadına açmışlar ve onu yolcu etmişler.  Kimse bu kadını tutuklamaya cesaret edememişti.  O gittikten sonra firmadaki kameraları incelediklerinde, gerçekten o kadının uzman bir hırsız olduğunu görmüşlerdi.

                Esasında bu film, trajikomik bir filmdi.  Hen gülersiniz, hm düşünürsünüz...

                Tabii ki mafya üzerine pek çok filmler çevrildi.  Ünlü “Baba” filmi de onlardan biriydi.  Bir Alcapon filmi vardı.  Genellikle bu tür filmler banka soygunundan ziyade çok büyük miktarda uyuşturucu satışını belgelerdi.

                Hırsızlığın tanımı, ismi ve hüvviyeti var mı?  Yoktur.

                Şu hırsızlıklar üzerine konuyu yazmaya başladığımda bir husus daha geldi aklıma.

                Şu İngiliz yasaları ve yargıçları ne kadar acayiptir, bilir misiniz?

                Adamın biri bir mağazadan çok küçük birşey çalmış, ama bankayı boşaltanla yargılandıklarında, o küçük şey çalan daha büyük suç almış.

                O zaman yargıca sormuşlar, bu nedir diye...

                O da şu yanıtı vermiş.

                “O küçük şeyi çalan ahlaki bir suç işledi, ama öteki, çok büyük paralarla geleceğini garantilemek için çaldı.”

                Gördünüz mü ilginçlikleri?

                Kısacası her alacağın, bir de vereceği vardır.