Tamı tamına 106  yıl geçti Çanakkale Savaşı’nın üzerinden.  Osmanlı İmparatorluğu’nun en zayıf zamanında Türkiye’nin en büyük düşmanları İngiltere ile Fransa, o büyük idealleri olan İstanbul rüyası için Çanakkale Boğazı’nı yırtarak boğazları ellerine geçirmek istemişlerdi.  Rusya bir ahtapot gibi orada geri cephede sırf boğazlardan serbest geçişi sağlamak ve gemilerini Akdeniz’e indirmek için büyük bir çaba harcıyordu.

            “Düşenin dostu olmaz” derler.  İşte o “düşen” koca Osmanlı İmparatorluğu, acizlik sendromu yaşayarak, koskoca imparatorluğun bütün topraklarını teker teker elden çıkarırken, son toprak parçası olan Türkiye de elden gitmek durumuyla  karşı karşıya kalmıştı. 

           1453’te Fatih’in İstanbul’u fethi bir milattı.  Batı emperyalizmi için bir değişimdi İstanbul’un fethi.  Hatta o dönem, sanatsal akımlar için dahi bir milat oldu İstanbul’un fethi.  Rönesans devri kapanmış, çağdaş bir akım başlamıştı sanatta ve mimari yapılarda da.

            Lakin hala batının gözü İstanbul’daydı.  Şu bizim Osmanlı İmparatorluğu ne kadar büyümüş zamanında.  Ne büyük savaşlar yapmış, ne büyük kahramanlıklar göstermiş ve ne kadar geniş topraklar katmış kendi imparatorluğuna.  İnsan o geçmişin başarılarına ve bir de şimdi içinde yaşadığımız “dünya oyunlarına” bakınca, bayağı üzülüyor.

            Elbette her yükselişin bir de inişi olacaktı.  İşte Osmanlı’nın o yükseliş sonrasındaki inişi de, körelmiş bir zihniyetle gelişen batı hazinelerinden borçlanma ve büyük bedellerle Osmanlı servetini yok etme, işte öyle başlamıştı sona doğru bir gidiş.  

Bütün bu savaşlara baktığımızda bu filmin en büyük aktörlerinden birinin İngiltere olduğunu görürüz.  İngiltere her olayda mantar gibi biten bir güçtü.  Kendi imparatorluğuna kattığı ve koloni haline getirdiği o toprakların insanlarını çok iyi kullanmıştır bütün savaşlarda.  Dünya İngiltere için “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” der.  O deyiş, esasında bir yerde doyumsuzluğun ve acımasızlığın fotoğrafı gibidir.  Çünkü İngiliz, aldıkça almak istedi ve hiç doymadı.

 Afrika’daki uzak doğu kolonilerinin fakir ve körelmiş insanlarını, açlık noktasından kurtarmak için sürekli asker yazdı ve savaşlarda kullandı zavallıları.  Mesela İngiltere Fransa ile Çanakkale Boğazı’nı yırtma ve Anadolu’yu ele geçirme planlarına, kendi kolonilerinden nice Nepal’li Gurkalar’ı, Yeni Zelanda’daki Anzakları, Mısırlı müslümanları ve Kıbrıs’taki Türk ve Rumları dahi kullanmıştır Çanakkale Savaşı’nda.

            1878 yılında İngilizler Kıbrıs’a çöreklenip gönderdeki Türk bayrağını indirip, yerine İngiliz bayrağını çektiklerinde, kahretmişti Kıbrıslı Türkler.  Kahretmişlerdi, çünkü onlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun unutulmuş ve feda edilmiş insanlarıydılar.  İngiliz, Osmanlı’yı borçlandırıp  ve Rus korkusu nedeniyle Kıbrıs’a sahip çıkmış ve “bu bir bedeldir” dercesine, Lozan Anlaşması ile resmen Kıbrıs’ı ilhak etmiştir.

            Kıbrıs Türkleri’nin o günlerdeki ekonomik ve sosyal, hatta kültürel körelmişliği ve yoksullukları o kadar büyüktü ki, ancak da karın doyurma ve ayakta kalabilme mücadelesi yaşıyorlardı.

            Bir noktaya gelince Kıbrıs Türkleri çaresizliğin ve yoksulluğun verdiği bir umutla İngiliz ordusuna yazılmışlardı.  O zamanlar Kıbrıs’taki eşekleri katırları toplarlar ve vapurlara doldurarak Mısır ve yöresindeki savaşlarda kullanırlardı.  O katırların bakımını ve savaşlarda kullanımını hep o Kıbrıslı Türklere ve Rumlara yaptırırlardı.  Bu insanların isimleri “Katırcılar” olarak tarihe geçti.

            İngiltere ve Fransa zehir gazı dolu balonlarla dahi Türk ordusunu zehirleme girişiminde bulunmuşlar, ancak ters esen rüzgar onlara engel olmuştu. Çanakalle geçilmezdi.  Çanakkaleyi yırtmak için büyük mücadele vermişti İngiliz ve Fransız ordusu.  İşte o tehlike karşısında Türkler, Çanakkale boğazına bir sürü mayın döşemişler ve düşman gemilerini batırma başarısı göstermişlerdir.

            Düşman’ın acımasızlığı karşısında postalları delik Mehmetçik, o azimli yüreği ile kara ve denizden gelen tehlikelere göğüs gererek, ölümüne savaşmışlardır.  Atatürk onlara şunu söylemişti o savaşta. 

            “Siz savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum.”

            Ne büyük sözdü o...  Evet gerçekten onlar hem savaştılar hem de öldüler. Öylesine bir savaş tekniği ile ön siperdekiler öldü, onlardan sonra gelen grup onların yerini aldı.  Onlar da öldü ve akralarından gelenler de savaştı ve öldü. Öldüler ve savaştılar, ta ki Çanakkale ve Anadolu toprakları i düşmandan kurtuluncaya kadar.

            İşte Kurtuluş Savaşı’nın en büyük anahtarı o Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal’in güçlü komutsıyla ve inançlarıyla kurtuldu koca Türkiye.

            Şayet tarihin sayfalarına bakarsanız, o savaşta tamı tamına 250 bin Mehmetçiğin şehit olduğunu görürsünüz.  Ne büyük savaş ve ne büyük ölümdü o savaşlar...

            İşte o bağlam da şimdi Çanakkale sırtlarına dikilen görkemli anıt, o şehitlerin anısı için bütün dünyaya kaykırıyor.

            “Bizler, hem savaştık, hem de öldük.  Var mı sizde de böyle yürek kendi vatanınız için savaşasınız ve vatan topraklarındaki düşmanı temizleyesiniz?”

            Yıllar önce kısmet olmuştu Çanakkaleyi görmek.  O anıtı, sıra sıra yatan kahraman Mehmetçiklerin mezarları, duvarlara yazılan veciz sözleri okuyunca ağlamıştım. O kadar duygulanmış ve etkilenmiştim.  İnsan o mekana girince, sanki bütün o Çanakkale kahramanlarının ruhunun sizi sardığını sanırsınız.

            İşte öylesine bir zaferdir Çanakkale zaferi...