Son zamanlarda meydana gelen çevre kirliliğine ilişkin pek çok vatandaş ve kurum, bizzat ekip oluşturarak bölgelerdeki atıkları toplayıp, çevreyi pırıl pırıl yapıyorlar.  Bu temizlik hareketine katılan tüm vatandaşları yürekten kutluyorum.

            Ayrıca Turizm ve Çevre Bakanı Fikri Ataoğlu’nun da, güzel bir çevre yaratabilmek için canla başla çalıştığına tanık oluyoruz.

            Belki zaman zaman genel anlamda ilgilileri uyarma adına eleştiriler yapıyoruz da, şu soru geliyor akla.

            Neden mi?

            Nasrettin Hoca’nın eşeği çalınınca eşi dostu onu suçlamaya başladı.  Yok eşeği sağlam kazığa bağlamadı, yok yularını gevşek tuttun v.s. gibi suçlamalar.

            Nasrettin Hoca bu ya...

            Hemen soruyu yapıştırmış.

            “Yani ben şunu yapmadım, şunu böyle yapmadım ve eşeğimi çaldırdım diyorsunuz da, hırsızın hiç mi suçu yok?”

            Evet hep Çevre Bakanı hedef olur şu çevre sorunlarına.  O zaman biz de soruyoruz!

            “Çevreyi kirletenlerin hiç mi suçu yok?”

            Evet, çevreyi kirletenlerin suçu çok büyük.  Adalet bile bu suçun derecesini belirleyemez.  Ama gelin görün ki ülkemizde caydırıcı tedbirler alınamıyor.  Örneğin “çevre zabıtaları” gibi...  Çevreyi kirletenlere yüklü para cezası gibi...

            Adını ne koyarsanız koyunuz, mutlaka çevreyi kirletenlere ağır bedel ödetecek bir mekanizmanın kurulması lazım.  Şayet ben birisini görmüşsem arabasının penceresinden pet şişe fırlattığını, o zatı ihbar etmem veya aracının plakasını verecek güce sahip olmam lazım.

            Özellikle Balkan ülkelerinde bu tür uygulamalar mevcuttur.  Haddine mi birisi yere tek bir sigara izmariti atsın?  Ve sokağa tükürsün...

            Ama biz henüz o çağdaşlığa erişemedik maalesef. 

            Tabii bizim küçük bir ülke olmamız ve herkesin birbirini tanımış olması bir dezavantajlık yaratıyor.

            Adeta “Ben neden kötü olayım şu adam için?” sorusunu soranlar yok değildir.  Veya “Neden düşman kazanayım?”

            Bundan birkaç ay evvel birisi bana bir görüntü attı.  O görüntüde bir ülkenin Cumhurbaşkanının mesai dışı kot pantolonu ve çarşı çantası ile market kuyruğuna girişini, çalışma bakanının işine, kocasının kamyonu ile gittiğini, hatta bir cumhurbaşkanının kitap tanıtım fuarında yer bulamaması nedeniyle basamaklara oturup, kitap satın almak için sıra beklediğini...

            Biz ne zaman adam olacağız?  Ne zaman o noktaya geleceğiz?

            Bu mesele ne iktidar, ne de muhalefet meselesidir. Çevre meselesi herkesin meselesidir ve öyle de olmalıdır.   Önemli olan insan olduğumuzun ve bu dünyanın ortak sahibi olmamızın idrakidir.

            Düşünüyorum...  Bir gönüllü ekip, çevreye dünya kadar çöp ve pislik atılan bölgeyi ellerine aldıkları çöp torbaları ile temizliyorlar.

            Tamam...  Çevre duyarlılığına hayli yol katetmemize karşın, hala göze batacak mekanlara çöp döküyorlar.

            Hatırlıyorum...  Şemi Bora ilk kez Lefkoşa Belediye Başkanı seçildiğinde,  bütün gelmiş geçmiş belediye başkanlarının başına bela olan Dikmen çöplüğündeki çöplerin, “dönüşüm” sistemi içinde hem ortadan kaldırılması, hem de yeniden kullanılır hale getirilmesi konusuna el atmış ama nedense bunu başaramamıştı, bazı teknik ve mali sorunlardan ötürü.

            Denktaş’ın anıt mezarının çevre temizliği de bayağı sorun oldu.  Serdar Denktaş canını yeti bitirdi baba Denkaş’ın şanına yakışır bir çevre düzeninin sağlanması için.  Aferin kendisine.  Bu işi konuşa konuşa, tepki vere vere bir noktaya getirdi.  Ve formül kısmen bulunmuş.  Bütün belediyelerin katkıları ile Denktaş’ın yatmakta olduğu parkın adam edilmesi için kolları sıvamaları çok güzel bir şey.

            Aynı sorun Ulusal Lider Dr. Küçük’ün anıt mezarının çevresinde de yaşanıyor zaman zaman.  Dr. Küçük Vakfı bu konuda hayli yol kat etti, mali sıkıntılar dışında.  Yani elden gelen bu kadarsa, o kadardır hizmetler.

            Şunu da unutmayalım...

            Uçaktan inen turistler, bindikleri otobüsün penceresinde geçtikleri sokaklarda ve yollarda gördükleri pislikler karşısında şoke oluyorlar.   İlk intiba ve ilk izlenim...

            İşte bize dil uzatılmayacak bir çevre yaratmak için çok, hem de çok çalışmamız gerekiyor. Bu da unutmayım.

            KKTC’nin her karışı ve her ağacı, olması gerek şekil içinde hayat bulmalıdır.  Bunu henüz tam olarak başaramadık.

            Bir süre sonra soğuklar başlayınca, dağlardaki zeytin ve çam ağaçları da sorumsuz kişilerce, yakacakta kullanmak için kesilecek doğa gittikçe kelleşip yok olacak.  Bundan da kimsenin haberi olmayacak, ayakta ölen ağaçların kesik halini görene kadar.

            Daha ne diyelim ki?

            İşte ÇEVRE kardeşim.  Güzel bir çevre...

            Ve yine vurguluyorum!

            Çevreyi kirleten utansın!