KKTC’nin 5’nci Cumhurbaşkanı Ersin Tatar dün Meclis’te yaptığı yemin töreni ile resmen göreve başladı.  Halkımız için ve geleceğimiz için hayırlı olsun.

            Cumhurbaşkanı yemini, anımsadığım kadarı ile milletvekilliği yemininin aynısıdır.  Özellikle “Atatürk ilkelerine bağlı kalacağıma, laik ve demokratik siyaset anlayışına uyacağıma namusum ve şerefim üzerine and içerim” mealindeki sözleri gerçekten etkileyici ve çarpıcıydı.   Bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün KKTC Cumhurbaşkanları bu yemini etmiştir.

            İsterseniz şöyle birazcık anılarımızı kaşıyalım ve görelim neler varmış yürüdüğümüz o uzun yolda...

            Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Cumhurbaşkan Muavini olarak ulusal lider Dr. Fazıl Küçük göreve başlamış ve Kıbrıs Türkü’nün yeni yapılaşması ve yeni hayatı için hayatını ortaya koymuştu.  Zaten özgürlük ve var oluş bayrağını da o açmış, onun yanında Rauf Denktaş, Osman Örek, Fazıl Plümer, Dr. Niyazi Manyera ve daha niceleri yer almışlardır.

            TMT’nin harekete geçtiği 1 Ağustos 1958 tarihi itibariyle gerçek anlamda düşmanın kurşunlarına karşı kurşun sıkmanın önemi anlaşılmış ve tıpkı EOKA gibi, TM de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna rağmen silahlanmaya devam etmiştir.

            Londra ve Zürih Anlaşmaları, Türkiye’ye garantörlük hakkını verirken, işte o zaman kendimizi güçlü bağlarla Türkiye gerçeğinde geleceğimizin sağlam zeminde oluşmasını gördük.

            Makarios bu anlaşmalara imza atarken, şöyle demişti:

            “Bu anlaşmalar, bizim için ENOSİS’e bir sıçrama tahtası olacak.”

            İşte öyle bir zihniyetin milleti ile bu Cumhuriyeti kurmuştuk.  O günden bu Cumhuriyeti yıkacaklarını anlamıştık.  Anlaşmalar gereği Türk hakları %70-30 esaslarına göre belirlenirken, biz Türkler, hiçbir zaman o %30’luk haklardan yararlanamadık.

            Makarios’un anayasa değişikliğine ilişkin önerileri, resmen Türkleri haritadan silmeye yönelikti.

            Ve 21 Aralık 1963 olaylarının başlaması ile Rumlar bizi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden fırlatıp atmışlar ve sanki Kıbrıs’ın tek sahibi kendileri imiş gibi bir durum yaratmışlardı.  Tamı tamına silah zoruyla halkımız 103 yerleşim yerinden göçmüş ve daha güvenli yerlerde hayatlarını kurtarmışlardır.  Bu süreç tam on bir yıl sürmüştü, 20 Temmuz 1974’e kadar.

            Hani anılar dedik ya...

            Benim Cumhurbaşkan Muavinliği Dairesi’ne atanmamın üzerinden üç yıl gibi bir zaman geçmişti ki olaylar başlamıştı.  Bütün zevat mecburen, Dr. Küçük’ün şu andaki Cumhurbaşkanı makam ve ikametgahına doluşmuş ve herkes kaleme sarılmıştı.  İlk kez “News Bulletin” adı altında bir İngilizce bülten çıkarmaya başlamıştık.

            Cumhuriyetin oluşumu ile rahmetlik Cemal Müftüzade de Dr. Küçük’ün müsteşarı olarak atanmıştı.  Olaylar sonrasında Müftüzade de aynı çatı altında görev yapmaya başlamıştı.  Hani derler ya, “Artık hepimiz de aynı gemide seyahat ediyoruz” diye...  Evet hepimiz de aynı çatı altında va aynı gemideydik.  Acıların, silahların, yoklukların, ölümlerin ve belirsizliklerin gemisinde...

            Hemen hemen her gün olaylar oluyor ve bu olaylar devamlı TC Büyükelçiliği kriptoları ile Ankara’ya naklediliyordu.  Bazen de önemli yazılar olduğunda o yazıları bizzat kendim götürüyordum Cemal Müftüzade’ye, evine. 

            O günlerde kurulan GENEL KOMİTE, fonksiyonel olarak çok önemli işlere imza atmıştır.  Bakanlar Kurulu, Yasama ve Yürütme gibi bütün görevler hep vardı.  Eski Maliye Bakanı Rüstem Tatar da Genel Komite Üyesiydi.  Rüstem Tatar, Vildan ve Cemal Müftüzade’nin damatlarıydı. O zor günleri atlatmak için Cemal Bey’le Vidan Hanım, onların evlerinde kalıyorlardı.  Çünkü kızları Canev Hanım, Ersin Tatar’dan sonra ikinci çocuğuna hamileydi.

            Zaman zaman bazı yazılar için Cemal Mütüzade’ye gittiğimde, dört beş yaşlarında tombik bir erkek çocuğu etrafımızda dolanırdı.  O erkek çocuğu çok şeker ve biraz da hırçındı diyebilirim.  Kim ne bilirdi ki, o tombik ve şeker çocuk, bir gün KKTC’nin 5’nci Cumhurbaşkanı olacak...

            Esasında Ersin de Denktaş Bey gibi annesiz büyümüş bir çocuktu.  Çünkü annesi ikinci çocuğunu doğurduktan sonra rahim kanserinden vefat etmişti.  Dolayısı ile Rüstem Tatar, oğlu Ersin’in İngiliz okulunda okumasından sonra onu, mecburen İngiltere’de bir yatılı okula vermişti.

            Ne kadar zor günlerdi onlar.

            Gerek Müftüzadeler, gerekse Tatarlar, Kıbrıs’ın yetiştirdiği aydın, varlıklı ve onurlu insanlardı.  Ailenin kültürü, elbette ki çocuklarına da yansıyacaktı.

            Ve bir gün yıllar sonra o “tombik çocuk” seçim meydanlarına çıkacak, mikrofonlarda nutuklar atacak ve 5’nci Cumhurbaşkanı seçilecek.

            İşte hayat öyle birşeydir...

            Kabul etmek lazım ki, 4’ncü Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da çok değerli ve muazzam birikimleri olan bir politikacıydı.  O da görevini tamamlayıp, görevi Ersin Tatar’a devretmişti.

            Her zaman vurgu yaptığım birşey vardır.

            “Saray personeli hancı, yeni seçilen Cumhurbaşkanı da hancı olur” derim.

            Bu durumu Dr. Küçük’le Denktaş’ta yaşamıştık.  Ne kadar zor ve insana acı veren günlerdi.

            Genellikle siyasiler göreve geldiklerinde kendi kadrosunu da oluştururlar.  Herhalde şimdi Mustafa Akıncı ile giden kendi kadrosunun yerine Ersin Tatar’ın kadrosu gelecek.  Artık bunları da doğal kaşılıyoruz.

            Her ne ise...  Ersin Tatar’la yeni bir dönem başlıyor.  Yeni açılımlar, yeni Kıbrıs stratejileri ve yeni geleceğimiz...

            Toplum için hayırlı olsun demek düşüyor bize de...