Türkiye Cumhuriyeti’nın 94’ncü kuruluş yıl dönümünde ne kadar güzel sözler söylenmiş, ne kadar anlamlı mesajlar verilmiş...  Cumhuriyet’in her kuruluş yıl dönümlerinde yapılan törenler ve verilen mesajlar bence şunu ifade ediyor Atatürk ve ülke selameti açısından.
“Ey benim cefakâr ve vefakâr halkım!  Bu Cumhuriyeti ne büyük emeklerle kurduk...  Ne çok şehitler verdik bu vatan için...  Cumhuriyetin kuruluşu ile Türkiye’nin misak-ı milli hudurlarını çizdik..  Onu ben kurdum,  yaşatmak da sizin vazifenizdir!”
Esasında Ulu Önder Atatürk 29 Ekim’i bir bayramın mühürü olarak tarihe mal ederken, onun gönlünde var olan ve bugün geldiğimiz noktayı göremeyen o Büyük İnsan, gerçekte “BÜYÜK TÜRKİYE”yi yaşatma ve yaşatırken de bu Cumhuriyeti, çağdaş devletler düzeyine çıkarmayı hedeflemiştir.
Atatürk’ün söylediği her söz, yaptığı her iş, gelecek nesillere güçlü birer mesajdı.  O mesaj veya mesajları yorumlayan nice akademisyen, nice kitaplar yazmış ve tarihin tozlu basamaklarında dolanırken de, gelecek nesillere ışık tutmuş ve hala tutmaktadırlar.
Sanırım Atatürk bugün hayatta olsaydı, kendi vatandaşlarına ve kendi soydaşlarına bir hatırlatma yapacaktı.
“Ben size kıyafet devrimini getirdim.  Ama sizler o devrimi bir kenara fırlatıp attınız ve dinle bağlantılı bir hayatın içinde, benim başını açıp çağdaş kıyafetlere soktuğum kadınları örttünüz.”
Gerçekte Atatürk’ün yaptığı en büyük devrimlerden birisi harf devrimi, öteki kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermesi ve kıyafet devrimidir.
Örneğin Medeni Kanun’un hayat bulması da onun zamanında oldu.  Temel ilkelerinde geleceğin aydınlarının çocuklar ve gençler olacağını planlayarak, onlara 23 Nisanlar’ı ve 19 Mayıslar’ı armağan etti. 
Atatürk Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını verirken,  henüz batı ülkelerinin çoğu kadınlara seçme ve seçilme hakkını vermemişlerdi.  O bakımdan bizim batıya değil, batının bizi örnek aldığı bir durum hasıl olmuştu o zaman.  Lakin batı yürüdü, biz geri kaldı.  
Ama biz ne yaptık?  Çağdaş Türkiye’yi gerçek anlamda çağdaş bir görünüme sokmak yerine, kadını örttük ve din ve ahlak kavramlarını daha bir ön plana çıkardık.
Bence bugünkü AKP iktidarının en büyük başarısı, din ve namus olgusunu daha bir ön plana çıkarmasındandır.
TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayatını anlatan bir kitap okumuştum.  Recep Bey’in hayli inişli çıkışlı bir siyaset hayatı vardır.  Özellikle uzun soluklu bir maratona çıkan Erdoğan, başarmanın dinamiğini, tüm örtülü kadınları sokaklara dökmek ve onlara dinamik bir yapı kazandırmada buldu.  Onun hayatını anlatan o kitap hayli ilginçti.
Gerçekten de örtülü kadınlar örgütsel çalışmalara başlayınca AKP de tam anlamı ile başarı şansını yakaladı.  Yani o güne kadar özellikle örtülü kadınları siyasete bulaştırmayan eski siyasilerin tutumu nedeni ile örtülü kadınlar hep kapılar arkasında kalmıştır.  İşte stratejik açıdan kapılar arkasındaki örtülü kadınlara cesaret vererek seçim meydanlarını doldurdu Recep Tayyip Erdoğan.
Batı medeniyetleri hala Türkiye’nin büyüklüğünden dem vururlar da, Türkiye’nin batı yerine doğu islamcılığına daha bir yanaştığına da vurgu yaparlar.
Geçen gün bir televizyon kanalının haberlerini izlemek için kanalları tararken, o en itibarlı televizyon kanalının haber öncesi dua okuttuğunu ve oradaki görevlilerin de avuçlarını açarak okunan duaya “amin” dediklerine tanık olunca, “Türkiye nereye gidiyor” diye de kafamdan geçirmedim değil hani...  O görüntüler bir imaj değişimi mi?  Bence de bir imaj değişimidir.
Hakkı olana da hakkını vermek lazım.  ANAP döneminin koskoca Turgut Özal’ına ne kadar hayrandık Türkiye’ye yeni kapılar açtığı ve daha bir çağdaşlaşmaya doğru gidişi sağladığı için.  Onun da dine prim verdiğini biliyoruz da, onun yatırımcılığı ve büyük hamlelerle yeni bir Türkiye yarattığına tanık oluyorduk.  Gerçekte Özal, AKP kadar dini siyasete fazla bulaştırmamıştır kanaatimce.
AKP gelince, gelen gideni aratmadı.  Yani Özal dönemini.  Çünkü yatırım ve kalkınmada ANAP’ı fersah fersah akrasında bırakan koskoca bir AKP doğdu ve onun da başını çeken yine Recep Tayyip Erdoğan oldu.  Bu gerçekleri bir anda fırlatıp atamayız.  İstanbul veya Ankara’ya gidişimizde bu iki kentin çehresinin ne kadar değiştiğine tanık oluyoruz.
Cumhuriyet, yeni inşa edilen bir binanın tuğla taşları gibi yükselen bir değerdir esasında. Veya bir zincirin halkaları gibi.  Yani o halkalar birbirine eklenerek bugünlere geldik.
Türkiye’nin en büyük kazanımlarından birisi de, savaş sanayiine girmesi ve Ortadoğu’nun veya batı gerçeğinde doğunun en büyük ve en güçlü bir ülkesi haline gelmesi, bambaşka bir olay.
“Türkiye bu uzun yolda yürüyor da, çevresindeki olumsuz savaşlar ve çatışmalar acaba zaman içinde Türkiye bir iç ve dış savaşa doğru sürüklenir mi?” sorusunu da sormadan edemiyorum endişelerim açısından.  Endişeleniyorum ben de her Türk gibi.  O BÜYÜK TÜRKİYE’nin parçalanması ve bir savaşa doğru sürüklenmesi için büyük güçler ne dolaplar döndürüyorlar, hepimiz de şahit oluyoruz.
Kısacası Anavatan,  BÜYÜK TÜRKİYE’dir.  Biz ona bakalım.  Cumhuriyet bir insanın bedenindeki yaraları kendiliğinden tedavi eden bir vücuda benzer.  İleriki geleceğimizde hem yaraları açacak, hem de tedavi edeceğiz evvel Allah. Hem de bütün oyun ve entrikalara rağmen.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını kendine görev bilenler, o bayrağı aldılar ve bu günlere kadar getirdiler.  Bundan sonraki nesillerin görevleri de o bayrağı kavramak ve daha da ötelere taşımak olmalıdır.  Yani bir bayrak yarışı...
Türkiye Cumhuriyeti’ne nice uzun ve huzurlu bir ömür diliyorum.