Bugüne kadar dünya genelinde ülkelerin iç çatışmalarından ve tezatlarından meydana gelen darbeler göstermiştir ki, o ülkeye zarar vermiştir.

            Darbelerde her zaman iki taraf vardır.  Birisi rejimsel tepkilere karşı meydana gelen ayaklanmalar, diğeri de ayaklanmalara karşı dik durup, güçlü bir tavır ve önlemlerle ülkedeki gücünü koruyabilen siyasilerle ona tabi idari, askeri ve sosyal güçler...

            Tarihsel sürece baktığımızda, genellikle darbecilerin başarılı olduklarını görürüz.  Unutulmamalıdır ki tarih de tekerrürden ibarettir.  Bir gün o darbecilere de darbe yapıldığı unutulmamalıdır.  Dolayısı ile iç ve dış siyasetin yapılanmasındaki icraatlarda büyük güçler de çok büyük rol oynar.

            Yani ülkeler çatışmasında zaman zaman bazı büyük güçlerin de parmağı giriyor işin içine.  Ne yaparsınız?  Siyaset öylesine siyah veya gridir.

            Örneklemeler yapacak olursak, bugüne kadar Türkiye’de yapılan darbelerin, ülke demokrasisine çok büyük zararlar verdiğini görürüz.  Bunun en bariz örneği, 27 Mayıs 1960 ihtilali ve Adnan Menderese, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın Yassıada’da idam edilişleridir.  Bu darbe, gerçekten Türk demokrasisi için tam bir yüz karasıydı.  Nitekim yıllar sonra AKP’nin girişimi ile bu üç değerli devlet adamı devlet töreni ile mezarlarından alınarak İstiklal Caddesi üzerindeki anıt mezara gömüldüler.  Yani iade-i itibar gerçekleşti.

            İnsan bir an için düşünüyor.

            Siz suçsuz insanları “suçlu gibi” yargılayınız, sonra da hatadan dönmek için idam ettiklerinizin itibarını iade ediniz.  Neye yarar?  O kadar değerli siyaset adamları siyaset sahnesinden silindikten sonra.

            Mesela Kenan Evren ve arkadaşlarının 12 Eylül darbesi, kimi insanlar tarafından alkışlandı, kimi insanlar tarafından eleştirildi.

            Bazen insanlar geçmişte yaşadıkları acıları unutunca, bazı siyasi hareket veya darbeleri de yıllar sonra bir “suç” olarak yorumlamaya başlarlar.

            Hele bir düşünün bakalım...  12 Eylül darbesi niçin yapılmış?

            O günlerde meclis kendi Cumhurbaşkanı’nı seçemiyordu.  Hatta meclis aritmetiği kilitlenmişti.  Ondan da önemlisi, Türkiye’de devam eden terör ve sağ-sol çatışmasında günde ortalama 30 civarında gençler ölüp gidiyordu.  Sadece gençler değil.  Sırf terör olsun diye otobüs durağındaki masum insanlar, bir marketten alış veriş yapanlar, toplu etkinliklerdeki zavallılar silahla taranarak ölüyorlardı.

            Türkiye’de terör o kadar tırmanmıştı ki, bir apartmanda oturan aileler, sırf dayanışma olsun diye birkaç dairede buluşarak o tehlikeyi bertaraf etmeye çalışıyorlardı.  Bu mu normal bir hayat?

            İşte o nedenledir ki 12 Eylül darbesi gerçekleşmişti.

            O günün darbecileri katı kurallar koymasalar ve bu katı kurallar içinde bazı teröristleri yargılayıp asmasalardı, herhalde Türkiye bu günleri göremeyecekti.  Bunları da kabul etmek lazım.

            Daha sonra Türkiye normal demokratik düzene geçince seçim yasakları kalkmış, insanlar huzura kavuşmuştu.

            Darbelerin her zaman ülke demokrasisine zarar verdiğini söylesek de, Evren Paşa’nın darbesi bir başka şekil içinde yer almıştı.  Neticede ülkeye demokratik seçimi sağlamak adına Milli Konsey bazı zecri tedbirler alarak normal seçim sürecini yaratmıştı.  Turgut Özal ve arkadaşlarının o günlerde kurmuş olduğu ANAP, seçimde en büyük başarıyı elde etti ve yıllarca tek başına iktidar koltuğunda oturdu. 

Fakat her yükselişin bir de inişi vardır.  Zamanla ANAP da eridi gitti ve başka iktidarlar ve partiler meydana geldi.  Bu da siyasetin cilvelerinden olsa gerek.  Bir iktidar halktaki güvenini yitirince, ülkedeki çatışmalar da o nispette artar.

Ne kadar acıdır ki Kenan Evren ve arkadaşları o darbe nedeniyle hasta yataklarında hüküm giydiler ve yargı onlara “Siz suçlusunuz” dediler.  Bunun yargısı, gerçek anlamda kamu vicdanındadır.

            Bundan beş yıl önce de Türkiye’de iktidara karşı Fetö kaynaklı bir darbe düzenlenmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dirayetli duruşu ve güçlü inisiyatifi ile bu darbe defedilmiş. Erdoğan halkın duruma hakim olmasını sağlayınca darbeciler alaşağı edilmişti.

Şayet o darbe başarılı olsaydı, Türkiye darmadağın olacaktı.  Esas hedef alınan kişi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı.  Halbuki Erdoğan, güçlü iradesiyle Türkiye’de çok büyük devasa projelere ve yatırımlara imza atmış, halkın gönlünde yücelmiştir.

            15 Temmuz darbesinin görüntülerini televizyondan izlediğimde, adeta tüylerim diken diken olur.  Türkün Türkü vurduğu nerde görülmüş?  Ama o darbede görülmüş maalesef.  Milletini ve bayrağını seven nice milliyetçi insan, o darbecilerin tanklarına tırmanırken canlarını düşünmediler. O darbede pek çok insan hayatını kaybetse de, ülkede asayiş ve düzen sağlanmıştır.

            Deneyimler ve yaşananlar elbette bir küpe olur insanın kulağına.  O nedenle bu tür hareketlere artık geçit verilmiyor.

            Bir de Kıbrıs’ta gerçekleşen, Yunan Cuntası marifetli 15 Temmuz 1974 darbesine bakalım...

            Yunanistan’da işbaşına gelen Cuntacılar, fanatizmin temsilcileriydiler.  Yunanistan Cuntası Makarios’la ters düşünce, Makarios’un kellesi istenmiş ve fanatik EOKA’cı Nikos Samson vasıtsıyla Makarios’a darbe düzenlenmiş.

            15 Temmuz 1974 sabahı güneyden gelen silah sesleri ile şaşkına dönmüştük.  “Bu kurşunlar kime, bu askeri hareket kime?” sorusunun karmaşası içinde gerçeği öğrenmiştik.  Darbe Makarios’a yapılmıştı.

            İşte o darbedir ki, Türkiye’yi harekete geçirmiş, Rum ve Yunan hedeflerinin ENOSİS olduğu öğrenilmişti.

            Ada Türkleri açısından o darbe bir kurtuluş başlangıcıydı.  Olaya Rumlar açısından baktığımızda Makarios darbesi, biz Türkler için özgürlük ve var oluş gerçeğini, Rumlar için de bir felaketi getirdi.

            O savaşı biz istemedik.  Rumlar Makarios darbesi ile Türkiye’yi Kıbrıs’a davet etmiş oldular.  İyi ki o darbe olmuş ve Türkiye, anlaşmalardan doğan müdahale hakkını kullanarak bize kuzeyde özgür bir vatan armağan etmiştir.

            İşte darbelerin profili böyle kaldı anılarımda...