Rus blokunun birçok ülkesi açılan kapılarla kendilerince özgürlüğe doğru kanat açtı.  Değişen dünya değerleri bunu gerektiriyordu.  O bağlamda Rusya, değişen dünya hareketlerine ayak uydurarak geçmiş demir perde duvarlarını araladı ve birçok insana da mutluluk verdi.

                Türkmenistan’dan ayrılan bazı aileler, KKTC’yi kendilerine mesken tuttular.  Bir yerde ekmek kapısını burada buldular.

                Ülkemizdeki demografi haritasına baktığımızda, kozmopolit bir yapıya kavuştuğumuzu söyleyebilirim.  Bunun izahı çok kolay.

                1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında Anadolu’nun çeşitli yerlerinden bir plan çerçevesinde Kıbrıs’a yerleşen kardeşlerimiz, o demografik coğrafyanın bir parçasıdır.

                Sonra Hataylı kardeşlerimiz KKTC’yi mesken tuttular.  Hatta Hatalılardan pek çok aile varandaş olup, Kıbrıs’tan ev ve araba aldı.  Bu insanların çalışkanlıklarına insan hayran olur.  Hataylı işçiler, KKTC’deki iş gücü açığının büyük bir kısmını kapattı.

                O demografik coğrafyaya bakmaya devam ediyorum...

                Ülkemizdeki üniversite talebeleri de o demografik şekillenmenin bir parçası haline geldi.

                Türkiye’den gelen öğrenciler zaten bizim nüfusumuzun bir parçası gibi.  Lakin ünivesitedeki zenciler, adeta ülkemizin her deliğine dirseğine girebiliyorlar, çeşitli iş yerlerinde kendilerine iş bulabiliyorlar.  Gerçekte ülkeyi adeta zenciler işgal etmişler gibi.  Zencilerin kavgaları ve görüntüleri insanlarımızı gayri ihtiyari ürkütüyor.

                Şayet İngiltere’ye gitmişseniz, Londra’yı da pek çok İngiliz kolonisi ülkesinden zencilerin adeta işgal etmiş olduklarını gözlemlemişsinizdir.  1968’de ilk kez Londra’ya gittiğimde şu intibayı edindim:

                “Mutlaka bir gün şu Londralı zenciler, İngiltere’yi işgal edecekler.”

                Öyle bir düşünceye sahip olabilmek için, insanın bazı gözlemlemelere şahit olması ve nüfus yapısını iyi analiz etmesi lazım.

                Bundan bir süre önce bir dövizcimiz, bazı Pakistanlılar tarafından öldürülmüş ve paralarını da gasbetmişlerdi.  Yani o demografik coğrafyanın bir parçası da Pakistanlılardır.

                Gerçekte bugüne kadar Pakistanlılar hakkındaki kanaatim, “Hayatın acımasızlığı içinde ezilmiş dürüst insanlardır Pakistanlılar” şeklindedir.

                Hala daha o düşüncemi muhafaza ettiğimi söyleyebilirim.

                Hani derler ya...  “Kurunun yanında yaş da yanar” diye.  O bakımdan tüm Pakistanlıların katil veya hırsız olduklarını söylemek masum Pakistanlılar için yazık olur.

                Yeniden Türkmenlere dönecek olursak, onların acılarının da  bir başka olduğunu görürüz.

                Bundan iki ay evvel Kıbrıs’a yerleşmiş bir Türkmen ailesi, liseye giden çocuklarını da alarak Türkmenistan’a gitmişler ve çocuklarına çıkış izni alamamışlar.  Yani Türkmen idaresi, resmen aileleri parçalıyor.

                O aileye şunu sordum:

                “Türkmen idaresi çocuklarınızı neden alıkoydular?”

                Onların yanıtı şu oldu:

                “Türkmenistan’da rüşvet aldı başını gidiyor.  Çocuklarımızı Türkmenistan’dan çıkarabilmemiz için çocuk başına üç bin euro ödememiz gerekir rüşvet olarak.  Yani altı bin euro’yu o görevlilere rüşvet olarak verirsek, çcocuklarımızı ülkeden çıkartabileceğiz.  Bizde ne arar o kadar para?  Biz gün işler gün yeriz.”

                Zavallı kadıncağı her gün, her saat iki gözü çeşme ağlayıp duruyor.

                Esasında bu mesele, devletler arasında halledilmesi gereken birşeydir.  Özellikle Türkiye’ye göçen bazı Türkmenlerin da aynı bela başlarına gelmiştir muhakkak.  Şayet Türk siyasileri devreye girerlerse, o durumdaki aileleri yeniden birleştirmeyi sağlabilirler mi diye düşünüyorum.

                Demografik coğrafya haritasına baktığımızda, her göçen zavallı insanların çok büyük acılarla donatılmışlıkları üzerine roman yazılabilir veya film çekilebilir.  Bir yerde tümü de yazarlık ve film için dramatik malzemedir.

                Korede savaşan Türk askerlerinin de arkada bıraktıkları ve yıllar sonra yeniden buluştukları görüntüler filme dönüşmüştü.  O fimin adı “Ayla” idi.

                O filmi izlediğimde ağladığımı ifade edebilirim.  Bir Türk askerinin, annesi babası savaşta ölen bir Koreli kızcağıza babalık yapması ve onu karargahta barındırması insanlık adına güzel birşeydi.  Lakin bir gün gelmiş ve oradaki Türk tugayı Kore’yi terkedince o Koreli kız orada acıları ve özlemleri yaşamış.

                İşte o kahraman Türk askeri, o kızın adını “Ayla” koymuştu.  Ondan yola çıkarak filmciler onların filmini yapmışlar ve filmle beraber, elçilikler vasıtasıyla o kahraman Türk askerini, yaşlı haliyle, evlenip çoluk çocuğa kavuşan Ayla ile buluşturmuş.

                Dünyada o kadar çok acı ve dramatik malzeme var ki...

                Demografik coğrafyada gezinirken bunları gözlemledim diyebilirim.

                Duygularım ve düşüncelerimle yüreğimde duyduğum derin sızı...