KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bu dünyadan gideli tam altı koca yıl oldu.  İnsan bir an için düşünür.

“Gerçekten altı yıl oldu mu Denktaş Bey gideli?”

Evet gerçekten altı yıl olmuş koca Denktaş bu dünyadan ve aramızdan ayrılalı.  Sanki dün gibi, hala televizyonlarda konuşuyor, küsüden ateşli nutuklar atıyor, geleni gideni sarayda kabul ediyor ve bitmeyen enerjisi ile gelen giden yabancı elçilere nefes tüketiyor...

Ne büyük ve tükenmez enerjisi vardı Rauf Denktaş’ın...

Özellikle böyle seçim günlerinde daha bir renkli geçiyordu günler.  Onun işarları ve ince ayarlı hicivleri hayli ilginçti.

Şayet bir gün birisi çıkıp bir araştırma yaparsa, Denktaş’ın siyasete atıldığı günden ölümüne kadar ne kadar yabancı diplomatla görüştüğünü, ne kadar önemli uluslararası konferanslarda konuşma yaptığını belirleyecektir.  Önemli olan onun görüşme sayısı değil, o görüşmelerde yapmış olduğu konuşmaların içeriğiydi.

Sanırım bizim nesil çok şanslıyız öyle karizmatik bir lideri tanıdığımız için.  Onun renkli siması, sevecen aile reisliği ve halkın nabzına göre şerbet verişi bambaşkaydı.

Onu ilk kez talebelik hayatımızda meydan mitinglerinde tanımıştık.  Bizim talebelik hayatımız EOKA’nın çıldırdığı zamana denk gelir.  Her gün bir masum Türk ve bir masum İngiliz askeri öldürülüyordu EOKA tarafından.  İngiliz’in örfi idare sirenleri acı acı çalmaya başladı mı hepimiz okuldan koşar adım ayrılarak soluğu evde alırdık.

Denktaş’in ilk siyasete atılması, merhum ulusal lider Dr. Küçük’le beraber başladı.  O uzun yolda kolkola ve omuz omuza halkın uyanışına destek oldular.  O uyanıştır ki, bizi buralara kadar getirdi ve bir vatan toprağı içinde kendi bayrağımızın gölgesinde var olmuşuz.

Dr. Fazıl Küçük emekli olduktan sonra, Denktaş Cumhurbaşkan Muavini olarak seçilip saraya girmişti. O saraya girecekti ve kendi getirdiği personelinin yanında saraydaki biz eski personel de onun iş hayatının birer parçası olmuştuk.

Biraz gerilere gidersek, O’nun gizli yollardan iki arkadaşı ile Aytotoro’ya çıkışını ve tutuklanmalarını anımsamış oluruz.  O koca Denktaş Rumlar tarafından tutuklanırken, bütün halk da “Denktaş tutuklanamaz, Bir avukat hapsedilemez” slogan ve pankartları açarak tutuklanmayı protesto ediyordu.  Genci ihtiyarı kolkola girerek ta Sarayönü’nden Girne Kapısı’na kadar bir insan seli oluşmuştu.  Nitekim Rumlar onu geri göndermişler ve giderken Klerides kendisine şöyle demişti:

“Şimdi git ve adam gibi gel Kıbrıs’a.”

Denktaş kendi ülkesine dönmek istemiyor muydu?  Elbette istiyordu.  Rumlar onu “İstenmeyen adam” ilan ettiğinde, o Ankara’da ne durdu ne de dinlendi.  Lakin kalbi Kıbrıs için çarpmaya devam ediyordu.  Onu istemeyen Rumlarla baş etmek kolay mıydı.  21 Aralık 1963’te Rumlar bütün bölgeleri ablukaya aldığına göre, koca Denktaş’ın adaya gelmesine izin mi vereceklerdi?

O da köhne bir balıkçı teknesine binerek Akdeniz’in azgın dalgaları ile boğuşarak Karpaz’ın Aytotoro (Çayırova) köyüne çıkmıştı.

Denktaş tutuklandığında küçücük bir hücreye konmuş, başına da mükemmel Rumca bilen bir Yunan askeri koymuşlardı.  O Yunan askeri, İstanbul Rumlarındandı.

Denktaş o Yunan askeri ile sohbetini şöyle bir anı olarak anlatmıştı hatıralarında:

Yunan askeri sormuş kendisine:

“Sayın Denktaş, neden Makarios’la oturup şu Kıbrıs meselesini bitirmezsiniz?”

O da esprili bir ifade ile şu yanıtı vermişti o askere:

“Haklısınız.  Sizin de dediğiniz gibi Makarios’la oturup şu Kıbrıs meselesini bitirelim.  Ama nasıl?  Ben parmaklıklar arkasında, o ise dışarıda.”

İşte öyle bir ironik ifade içinde yanıt vermişti o Yunan askerine.

Adaya dönüşüne en çok sevinen kişi de merhum lider Dr. Küçük olmuştu.  Dr. Küçük tamı tamına dört buçuk yıl, Denktaşsız bir zaman geçirmişti.  O yıllar Dr. Küçük için acı dolu yıllardı.

Denktaş’ın adaya gelişi ile Klerides’le ikili görüşmelere başlamıştı.  Ve 1968’den 2017’ye kadar bu görüşmeler sürdü gitti ve görüşmelerden hiçbir sonuç alınamadı. Niçin?  Rumların uzlaşmazlıkları nedeniyle.

Zaman zaman kendisine ziyarete gittiğimde bütün memleket meselelerini ve özellikle Rumların uzlaşmazlıklarını konuşurduk.  Bir gün bana şöyle demişti.

“Kim bilir şu Kıbrıs meselesi kaç kişiyi daha yiyecek...”

Öyle olmadı mı?

Denktaş gitti, Talat geldi, Talat gitti Eroğlu geldi, Eroğlu gitti bu kez Akıncı geldi.  Bu insanlar Kıbrıs sorununun bitmesini istemezler miydi?  Canıgönülden istiyorlardı ama karşılarındaki düşman, aynı düşmandı.  

  Denktaş doğru söylemişti.  Bu Kıbrıs çok insanı yeyip bitirecek.

Sadece Türk liderler değildir Kıbrıs sahnesinden gelip geçen.  Gerek BM Genel Sekreterleri ve onların temsilcileri, gerekse Rum siyasiler de bu Kıbrıs sahnesinden gelip geçmişler ve geçmeye de devam ediyorlar.  Ammmaaa...  Hala Kıbrıs sorunu masada duruyor.

Merhum Denktaş’ın en çok endişelendiren şey neydi bilir misiniz?

Değişen ve sözde “barış”tan dem vuran gençlik.  

Gençliğin o ateşli eylemleri ve barış çığlıkları onu endişelendiriyordu.  Özellikle  Annan planı için Girne kapısında yapılan o büyük mitingte kendisine “barraaa” diyenlerin o çığlıklarından çok üzülmüştü.

“Biz bu vatanı kolay yapmadık.  Bakınız gençlik ne çaığlılar atıyor meydanlarda.  Halbuki bayrak ve TAKSİM için meydanları dolduran gençliğin ideallerini hiç kavgamadı şimdi nesil” demişti bir gün.

İşte öylesine bir acı dolu zaman yaşadı o koca Denktaş.  Ölümünün üzerinden tam 6 yıl geçti ve hala onu arıyoruz.

Ben yine de ona bir mesaj göndermek istiyorum Dr. Küçük’e gönderdiğim mesaj gibi.

“Ey koca Denktaş, sen yerinde rahat uyu.  Senin ideallerini, bayrak ve vatan sevgisini yüreğinde taşıyan nice milliyetçi kardeşlerin vardır ve onlar senin sesinle ses vermektediler.”

Yattığı yer nur olsu koca Denktaş’ın.