Sanki daha dün gibiydi KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ölümü...  Nasıl da geçiyor zaman?

            İnsan bir an için düşününce “zaman değildir geçen, biziz geçen dünyadan” diyesi gelir.

            Gerçekten bu dünyadan kimler geldi, kimler geçti.

            Geçenlerin kimisi çok iyi ve derin izler bıraktı, kimisi de lanetle anıldı.  Kimileri de halk adamlığı ile anıldı toplumda.  Anekdotları ile, şakaları ile ve saflığı ile...

            Kıbrıs Türkü’nün davasına çok büyük katkılar koyan, kendi halkına bir bayrak, bir vatan, biz özgürlük ve vatan armağan eden koca Denktaş da ölmeyecekmiş gibi son nefesine kadar KKTC için hasta yatağında çırpındı durdu.  Hatta son nefesinde bile, “Hristofyas’a söyleyin kuzeyde de bir devlet vardır” deyiverdi.

            KKTC’nin tanınması onun en büyük idealiydi.  O idealini gerçekleştirmeden bu dünyadan göçtü gitti. Lakin ona inanan, vatanı için bu topraklara kanını, terini ve emeğini veren insanlar, onun gösterdiği yolda yürümeye ve “Anavatan-Yavruvatan” gerçeğinde var olmaya devam ediyor.

            Ölmezden önce kendisi ile bir araya geldiğimizde kendisine yazmakta olduğum “VAR OLMA SAVAŞIM” adlı kitabımdan söz etmiştim.  Tamı tamına 30 küsur yıl önce yazmaya başladığım ve bir hafta önce yayınlama fırsatı bulduğum bu kitabı maalesef göremedi.  Lakin onun hatırasına atfen O’nun bütün hayatını 560 sayfalık kalın bir kitaba sığdırmaya çalıştım.  Koca Denktaş o kalın kitaba bile sığmadı, Allah rahmet eylesin.

            O kitabı yazarken şöyle düşünmüştüm, merhum Ulusal Lider Dr. Küçük’ün hayatını kitaplaştırdığım gibi.

            “Öyle bir kitap yazmalıyım ki, gelecek nesiller bu kitabı okudukları zaman, işte Kıbrıs davası budur, işte tarihsel süreçte bu davaya baş koyan başta Dr. Küçük olmak üzere, Rauf  Denktaş, Osman Örek ve onlarla birlikte aynı yolu yürüyen insanların neler çektiklerini ve nasıl bir vatan yarattıklarını gençlerin okuyabmesi için.  Hatta karşılarındaki düşmanı iyi tanısınlar” dedim.

            Bu iki dava adamıyla yan yana ve aynı platforma çalıştığım için kendimi şanslı addediyorum.  Kaç kişiye kısmet olur böyle önemli dava adamları ile birebir çalışmak?

            Onların bize verdiklerine karşılık bizler neler vermişiz veya vermek durumunda olmuşuz, diye düşünüyorum.

            Herhalde Dr. Küçük’le Denktaş için yazmış olduğum iki ciltlik kalın kitaplarla onlara olan vefa borcumun bir kısmını ödemiş oldum, diye düşünüyorum.

            Denktaş’ın hayatının ilk basamaklarında annesini tanıma fırsatı bulmadan öksüz kalması gerçekten acıdır.  Onun hayatını irdelediğimde, yüreğinde çok büyük bir anne özlemi içinde olduğunu gördüm.  Babası hakim Raif Bey’i, Denktaş İngiliz Okulu’nun son sınıfındayken kaybetti. Onun kahırlarını da irdeleme fırsatı buldum bu kitabımda.

            Dr. Küçük’le beraberliği, Halkın Sesi’nin ikinci sayısının çıkışı ile başlar.  O günlerde İngiliz, bazı okulları Lapta’ya taşımıştı, savaş nedeniyle.  Lapta’dan Girne’ye indiğinde o gazeteden bir tane almış ve o heyecanla Dr. Küçük’e güzel bir mektup yazmıştı.  O mektuptan sonra Dr. Küçük kendisine bir haber salmıştı.

            “Gel görüşelim” demişti Dr. Küçük ve o da çıkıp Lefkoşa’ya gelmişti.  Hakim Rauf Bey’le tanışıklığı olan Dr. Küçük, Rauf Denktaş’a sahip çıkmış ve “Bu gençte ekmek var” demişti.  Denktaş bu durumu hatıralarında yazmıştır.

            Nitekim artık onun yazıları Halkın Sesi’nde çıkmaya başlamıştı.  İşte o süreçte gitmişti İngiltere’ye burslu olarak.

            İngitere’ye savaşın içinde hukuk tahsiline gidişi ve dönüşü var...

            Kıbrıs’a dönüşünde kendini davanın içinde bulmuştu.  İngiliz’in teklifi ile savcılık görevine başlamış ve azılı EOKA’cıların çevirdikleri dolapları belgeleyerek, kendi davasına yön vermiştir.  Savcılık görevleri esnasında asılan bazı EOKA’cıların hikayeleri de vardır.  Artık o süreçte Türkiye uyanmış ve Kıbrıs Türkü de uyanışa geçmişti.  Liderlik ve bu davaya baş koyan insanlar köy köy gezerek, Dr. Küçük’ün başkanlığında halk uyanmıştır.

            Denktaş’ın Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu’nun başına geçişi de bir şanstı esasında dava için.  Damla damla, adım adım davanın içine giren Denktaş, artık bütün kavgalarını Rumlarla ve İngilizlerle yapıyordu.

            Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemleri ve Zürih-Londra anlaşma sürecini geniş şekilde veriyor Denktaş anılarında.  Kıbrıs Cumhuriyeti’nin nasıl kurulduğunu, kendisinin Türk Cemaat Meclisi’ndeki görevlerini, TMT’nin oluşumunu ve 21 Aralık 1963 olaylarından sonra Osman Örek’le gittikleri BM Genel Kurulunda yapmış olduğu ateşli konuşması nedeniyle Makarios idaresinin onu “İstenmeyen adam” ilan edişini ve üç buçuk yıl ailesiyle Ankara’da nasıl sürgün hayatı yaşadığını anlatır.

            Tabii ki o süreçte Dr. Küçük’le uzun yazışmaları vardır.  Denktaş’ın o uzun mektuplarını bizzat ben okuyordum sevgili Dr. Küçük’e, Özel Kalem görevlerim esnasında.  Üç yıl vatan hasreti çeken Denktaş, bir akşam rahmetlik Nejat Konuk ve Erol İbrahim’le köhne bir tekne ile Larnaka sahillerine çıkma stratejisi içinde yola çıkmış, ama yollarını şaşırınca Rumların eline düşmüşlerdi.

            Onların tutuklanmaları da dramatik bir durumdu...

            Denktaş ve arkadaşlarının tutuklanması bütün dünyada bir bomba tesiri yaratmıştı.  Rumlar mecbur kalmışlardı Denktaş’la arkadaşlarını Ankara’ya iade etmeye.

            Denktaş ve ailesinin Kıbrıs’a dönüşleri 4 Nisan 1968’dir.  İşte o dönüş, köy gezilerini gezme fırsatı verdi Dr. Küçük’le Denktaş’a.  Sonra da Denktaş-Kleridis görüşmeleri başlamıştı. Bakınız hala Kıbrıs sorunu, Rumların uzlaşmazlığı yüzünden hala çözümlenemiyor.

            Ve 15 Temmuz 1974 Makarios darbesi...

            Haliyle 20 Temmuz 1974 sabahı, Türkiye anlaşmalardan doğan hakkını kullanarak Kıbrıs Türkü’nü kurtarmıştı.  Merhum Ecevit o harekatın en büyük kahramanıydı.

            Dr. Küçük’ün emekli oluşu ile Denktaş Cumhurbaşkan yardımcısı seçilmişti.  Ve yeni yapılanma, Kıbrıs Türk Dedere Devleti’ni ve bilahare de KKTC’yi getirdi.  KKTC’nin ilan günü Dr.Küçük çok hastaydı ve onu evinden alarak meclise götürmüştü Denktaş ve şöyle demişti kendisine:

            “İşte senin eserin!”

            Şayet bugün bu topraklarda Anavatan’la kucak kucağa bir geleceğe doğru gidiyorsak, şayet özgürsek, şayet bir vatan ve bayrak sahibi olmuşsak, onlara borçluyuz.  Allah’tan her ikisine de rahmetler diler, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

            Rahat uyuyun güzel insanlar...