Nedense bazı insanlar bu işi hala hafife alıyor.  Hatta “Bana birşey olmaz” zihniyetiyle hareket ediyorlar.  Bunu anlamak mümkün değil.

            Şimdi de “delta” isimli yeni bir misafir girmiş hayatımıza.  Yani koronavirüsten daha bulaşıcı ve daha etkileyicisi...

            Ben yine de vurgu yapıyorum.

            “Bu adada yaşamış olmak, bizler için çok büyük bir şanstır.”

            Öyle değil mi?  Dünya hala daha şu virüs belasıyla sarsılırken, bizler, özellikle KKTC daha rahat ve daha kolay atlatıyoruz bu badireyi.  Dünyanın haritası kırmızıya boyanırken, bizler daha bir normal hayat sürüyoruz.

            Bu badireyi atlatıyoruz da yine de tedbiri elde bırakmamalıyız.

            İlgililer adeta haykırıyorlar.

            “DERHAL AŞI OLUNUZ” diyorlar.

            Buna bir de ekleme yapıyorlar.

            “Maske takınız, sosyal mesafeyi koruyunuz ve dezenfektanınızı yanınızda taşıyınız.”

            Bence dikkatli davranır ve uyarılara kulak verirsek, bu badireyi de atlatacağız.

            Sosyal hayatı dolu dolu yaşamak hakkımız olsa da yine de tedbiri elden bırakmamalıyız.

            Ben şuna inanıyorum...

            Virüsteki değişikliğe rağmen, mutlaka bu tırmanış inişe geçecektir.  Her gün aldığımız gazetelerde ilk baktığımız haber, “Bugün kaç tane virüslü çıktı” haberidir.

            Tabii ki bu tırmanıştan hepimiz psikolojik olarak rahatsız oluyoruz.

            Rum tarafının kırmızıya boyanması, bir alarmın işaretidir. Bu arada kuzeyliler olarak bizler sorguluyoruz.

            “Rumlar neden hala kuzeye geçiyorlar?”

            Bu sorunun cevabı basittir.

            Güneyden kuzeye geçen Rumlar, mutlaka aşılı ve PCR testlidirler.  Geçişlerde belgelerini ibraz ediyorlar.  Bu konuda ilgililerin daha da rahatlatıcı bilgiler vermesi gerekir diye düşünüyorum.

            Bu düşmanla nasıl savaşacağız?

            Bu düşmanı yenemezsek, şu da bilinmelidir ki bu savaşı kaybeden virüs değil, biz olacağız.

            Bir de şu husus geçiyor aklımdan.

            Bugüne kadar güneyden kuzeye geçen Rumlarda virüs görülmemiştir.  Veya görüleni geri çevirmişlerdir.

            Kabul etmek lazım...  Rumların kuzeye geçişi, ekonomimize büyük katkı sağlar.  Sadece bizlere değil, kuzeye geçen Rumlara da büyük katkıdır.  Çünkü Rumlar, euro’ları TL’ye çevirerek yaptıkları alış verişlerden hayli karlı çıkıyorlar. Siz onların yerinde olsaydınız herhalde aynı şeyi yapardınız.

            Zaman zaman “Bizim Rumlara ihtiyacımız yoktur” deriz de, yine de görülmez ekonomik katkılar sayesinde bunu da sineye çekiyoruz.

            Genel anlamda ifade etmem gerekirse, Anavatan sayesinde bu mutlu hayatı sürdürüyoruz.  Lakin hayat gerçeklerinden de kaçamıyoruz.  O hayat gerçekleri, bu adada yan yana yaşayan iki halk olmamızıdr.

            Yarın olası bir anlaşmada Türk veya Rum olsun, karşılıklı geçişler daha da yoğunluk kazanacak.  Hele bir o noktaya gelelim, hele bir onurlu anlaşma olsun, hele ekonomi çarkı dönmeye başlasın, hele bir dünyaya açılalım, uçaklarımız direk uçuşlara başlasın, işte o zaman bu adada refahı görünüz.  Bunları hayal etmek güzel şeylerdir. 

            Yeniden aşılanmaya dönecek olursak, artık aşı yaşının 18’lere indiğini görürüz.  Madem aşılanma bu kadar yaygınlaştı ve geniş kitleler aşı grafiğini yukarıya çekti, biraz daha dişimizi sıkarak bu zor günleri de atlatacağız herhalde.

            Karşımızdaki düşman, acımasız silahlar kullanan görünmez ama sinsi bir düşmandır.  Bu düşmanı yok etmenin tek silahı da aşıdır.  Yani kimsenin efelenmeye hakkı yoktur.

            O nedenle vurguluyorum...

            Bazı inat ve kalın kafalı insanların kafalarına sokamıyoruz aşılanmanın zorunluluğunu.  Kötü bir durum olmaya gerek.  Bir şey olduktan sonra ne kıymeti var?  Bir insanın hayatı bu kadar ucuz değildir.  Bu kıymetli varlığımızı, yani hayatımızı korumak bizim elimizdedir.  Bir diğer deyişle inadı bir tarafa bırakıp derhal aşılanmalıyız, diyorum.

            Haydi aşılanmaya...