Ülkemizde dilencilik adeta bir meslek haline geldi.  Polise intikal edenler dışında pek çok kişi dilenerek kendilerine bir ekmek kapısı açıyorlar.

            En önemlisi “Allah’ın kimseyi dilenecek duruma düşürmemesi”dir.

            Bir insan niçin dilenir?

            Herhalde ihtiyaçtan veya çok zor durumdan.

            Bunun ötesinde “muhtaçlık” külahını başına giydirip, insanların duygularını sömüren nice kadın veya erkek Lefkoşa sokaklarında dolanıp duruyor.  Özellikle “turist” adı altında Kıbrıs’a gelip de sokaklarda dilenen kadınların durumu, gerçekten insanı düşündürüyor.

            Evvelki gün yerel basında dilenen iki kadını polisin tutuklayıp mahkemeye çıkardığını gördük.  Bu kadınlardan birisinin kullandığı sözler gerçekten doğru sözler mi?

            Bakınız ne demiş kadın...

            “Eşim cezaevinde.  İki çocuğum var.  Muhtaçlıktan dileniyorum.”

            Belki de kadın doğru söylüyor.  Lakin o kadar buna benzer insan var ki Lefkoşa sokaklarında, kadının doğruyu söyleyip söylemediğini kestirmek hayli zor.

            Bizim Lefkoşa’da bir zamanlar fakirhane vardı.  Özellikle Mağusa Kapısı tabyası üzerindeki o köhne binada kalırdı dilenciler.  İngiliz döneminde idare bu tür insanlara yardım ederdi.

            Gençlik yıllarımızın yollarında pek çok dilenciye rastlamamız mümkündü.  Kıbrıs halkının gerçeğinde dilencilik de vardı.  Ve herkes onlara yapabildikleri yardımı yaparlardı.

            Esasında dilenmek dramatik bir durumdur.  İnsan hayatını ve insan onurunu kendi ayakları altına alarak avuç açan insanların durumu acı doludur.

            Yine geçmişe dönelim...

            Surlar içinde oturduğumuz çocukluk günlerimizde kapımızı çalan bazı insan grupları vardı.  Bunlardan bir grup eli ayağı sağlam dilenciler, ikinci grup kapı kapı gezip kebap şişi satan gurbetler ve üçüncüsü de kalaycılardı.

            İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış bir halk zengin miydi?  Değildi elbette.  Kapımıza  gelen  dilenciye ya üçbeş kuruş, ya da bir dilim ekmek verirdik.

            Bir gün merakımdan rahmetlik anneme sormuştum.

            “Bir dilenciye birkaç dilim ekmek vermek sevaptır diyorsun da, herkesten aldıkları bu dilimlenmiş ekmeklerin tümünü yiyecek halleri yok ya.”

            Bu sorum doğru ve yerindeydi.

            Eskiden o kadar çok dilenci gelirdi insanların kapılarına ki, çareyi bir dilim kuru ekmek vermekte  bulurdu insanlar, sırf dilenciye birşeyler vermiş olmak için.

            Sonra araştırmıştık...  O ekmekleri ya düşük kalitedeki restorantlar, ya da fakirhaneler alırdı.

            Fakire eski elbise ve gerçek anlamda sadaka vermek sevap olsa gerek.  Lakin bu işin suyunu çıkaranlar da yok değil.

            Mesela bir seçim zamanında kendine kibarca dilenmeyii meslek edinen bazı kendini bilmez çivi gibi insanlar, gerçek anlamda toplum için bir yüz karasıdır.

            Bazen Atatürk Meydanı’nda kahvenizi içerken genç bir kadın, kucağında yavrusu olduğu halde yanınıza yanaşır ve elindeki kağıt mendillerle erkek çoraplarını satmaya çalışır.

            Bu kadının gerçek anlamda çaresizlik içinde bir lokma ekmek elde etmek için uğraş verdiğini ifade edebilirsiniz.  Bazı çok genç kızlar veya kadınlar dilenmekten sıkılmayınca siz de şöyle dersiniz kendilerine:

            “Bu yaşta dilenmek ayıp değil mi? Bak taşı sıksan suyunu çıkartırsın.  Git bir yerde bir iş bul çalış kadınım.”

            O veya onun gibi insanlar boş nazarlarla size bakarlar ve oradan uzaklaşırlar.

            Kıbrıs’ta dilenciik anımsadığım kadarı ile 1960 yıllarla son bulmuştur.  Sadece birkaç tane dilenciyi ya bayram namazına giden insanların önünde, ya da arife veya bayram günü ölülerinin mezarına giden yakınlarının ziyaretlerinde mezarlık kapısında görürdük.  Ama çok şükür ülkemizde dilenciliği meslek edinen insanlar kalmadı.  Şimdilerde turist olarak gelip de dilenen genç kadınlar var maalesef.

            İstanbul mu?  O güzelim İstanbul  sokakları, İstanbul meydanları, hep Suriyeli göçmen ve dilencilerle dolup taşmış.  Sadece İstanbul değil.  Bütün büyük kentlerde Suriyeli dilenciler mevcuttur.

            Mükemmel kurulu düzeni olan, hatta yaşam kalitesi bir seviyeye ulaşmış olan kent insanlarının demografik ve zorunlu göç nedeniyle hayatlarını alt üst eden yabancı dilenciler, adeta onlara bıkkınlık veriyor.

            Türk insanı ne zaman kurtulacak şu Suriyeli göçmenlerden ve dilencilerdn?

            Bütün Suriye göçmenleri ülkelerine döndükleri zaman.

            Şu bayram arifesinde bir dilekte bulunalım...

            “Allah kimseyi dilenecek duruma düşürmesin.”