Oldum olası, bu yaşa geldik hiçbir zaman memleketteki rezil domatesler kadar kötü birşey görmek ve yemedik.  Özellikle yaz dönemlerinde Kıbrıs’ta domatesin en kalitelisini ve en doğalını yememiz gerektiği halde, üreticiler ve dolayısı ile bütün ilgililer “metazori” insanlara delik deşik domates sunuyorlar.
Yok mu bu işe bir son verecek kahraman?  
Bugüne kadar kimse gıkını çıkarmadığına göre, kimse sesini yükseltmediğine göre, “Delik deşik hastalıklı domatesleri yemeyin be insanlar” deme hakkını kendimizde buluyoruz.
O halde Tarım Bakanı ile Ticaret Bakanlarına sesleniyorum:
“Neden bu işe el atmıyorsunuz?  Neden Türkiye’den sağlıklı ve nar gibi domates ithal etmiyorsunuz?”
Bu sorunun cevabını gerçekten yürekten bekliyorum.
Neden bekliyorum?
Çünkü Türkiye’de kamyonlar dolusu ihtiyaç fazlası nar gibi sağlıklı domatesler tarlalara ve çöplere dökülürken, biz burada delik deşik hastalıklı domates yiyoruz ve hepimiz de adeta bunu kabullenmiş gibi aval aval bakıyoruz.
Delik deşik sağlıksız domates yememizin nedenlerini sorguladığımızda, bazı sorular geliyor aklımıza.
“Yerli üretim bazı tekelcilerin elinde mi?”
Yoksa...
“Sırf yerli üreticileri desteklemek adına ilgili bakanlıklar bu rezalete göz mü yumuyor?”
Bununla beraber Başbakanın da, Başbakan Yardımcısının da bu işe ilk fırsatta el atmasını da bekliyoruz.
Bu bağlamda tüketici haklarının nasıl korunduğunu da sorgulama hakkını kendimizde buluyoruz.
Hemen hemen her gün gazetelerde kanserden hayatını kaybeden nice değerli insanların resimlerini görüyoruz.  Bunun nedenlerinin kökünde herhalde kontrolsuz gıda tüketimidir diye düşünüyorum.  Zaman zaman üretilen sebze ve yiyeceklerde normalin üzerinde ilaç bulunduğu kanserojen maddeler belirlendiğine dair üretilen malın imha edildiğine dair ilgililerden açıklama görüyoruz da acaba bu kontroller nereye kadar devam etmektedir, onu merak ediyorum.
Tabii ki Tüketiciler Derneği de bu işe el atmış durumda.  Kamuoyunda büyük bir tepkisel olgu meydana geliyor.  Genellikle Tüketiciler Derneği’nin vertiği tepki, her zaman yerini bulmuş ve ilgilileri harekete geçirmiştir.  Bu konuda da bir hareket olacakmı, bilemiyorum.
Geçen yıl Türkiye’den sandıklar dolusu domates ithal edilmiş ve tüketiciler çok mutlu olmuşlardı.  Bu yıl da neden Türkiye’den sağlıklı domates ithal edilmiyor, hala anlamış değilim.
Zaman zaman televizyonlarda domates salçasına ilişkin rekam filmeri görüyor ve içimizden çok büyük bir özlem duyuyoruz.  O domateslerin güzelliği bir yana, müthiş sağlıklı ürünlerdir ayrıca.
İkinci Dünya Savaşı’nın izleri silinince ve Kıbrıs’ta hayat normale dönmeye başlayınca, köylerdeki doğal sebzeler de çarşıda pazarda görülmeye başlamıştı.  Hangimiz hatırlamaz ki, kesilen domatesin ve hıyarın uzaktan duyulan kokusunu.  Nerde o günler?
Sanki “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu” kabilinden, tarımcıların üretimdeki ilaçlama cambazlıkları da o denli hayatımızı mahvetmeye başladı.  Yani tüketici ile üretici arasındaki kavga ve tezatlar da kendini öyle göstrmiş oldu.  Yanlışsam söyleyiniz.
Bazı duyarlı insanlar çarşıdan pazardan almakta oldukları delik deşik domateslerden bıkınca, kendi evlerinin bahçesinde, toprak olabildiğince, sebze yetiştirmeye başladılar.  Yani organik dediğimiz ürün elde ediyorlar.  Ne yapsın insanlar?  Bu külfete mecburen katlanıyorlar.
Mesela geçen yıl gelen o şahane domatesleri çanta çanta alıp evlerimizde doğrayarak derin donduruculara koymaya ve ileride böyle delik deşik domates hayatımıza girmeye başlayınca, o domatesler hızır gibi imdadımıza yetişiyordu.  Bereket versin ki derin dondurucular icad edilmiş.  Eeee.... Bundan sonra havalar soğuyacak ve resmen sera ürünü domatesler hayatımıza girecek.
Bu konuda o kadar söylenecek ve yazılacak çok şey var ki... Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az misali bu mesajı veriyoruz.
Yani delik deşik domatesler anlayacağınız sevgili okurlarım.