Maalesef son günlerde döviz hem çıldırdı, hem de çıldırttı.  Dalga dalga gelen döviz yükselişi, haklı olarak TL ile alış veriş yapan, hayatını bu para politikası üzerine kuran insanlar isyan ediyorlar.  Bir diğer deyişle, “döviz fırlıyor, cepteki para da azalıyor” esasında.  Adeta bir kovalamaca yaşanıyor.  O kovalamacanın görüntüsü, son hızla koşan dövize yerişmeye çalışan vatandaşa benzer.

            Tabii ki dövizin fırlaması, bazı politikacılara da rant getiriyor ve erken seçim sürecinde politikalarını döviz üzerine bina ediyorlar.

            Gereçekçi olmak gerekirse bunun sorgulamasını şöyle yapabiliriz.

            “Madem para politikamız Türk Lirası üzerinedir, madem bu parayı Türkiye gönderiyor, madem Türkiye bütün ticaret alım satımlarını bu para üzerine kuruyor, hükümet ne yapsın?”

            Hükümetin en son aldığı kararlar yerindedir bence.  Hangi yönden?

            Dövizin sabitlenmesi yönünden.

            Hükümet bunu neden yaptı?

            Genellikle ev kiraları döviz üzerinedir.  Üniversitelerin okul harçları yine döviz üzerinedir.  Mal alım satımları da döviz üzerinedir.  Tümünde değilse bile, bir nebze olsun mağdur olan insanlara bir rahatlık getirilmiş oluyor dövizin statik bir hale getirilmesi.

            Bir de çarşı pazara bakalım, oralarda döviz nasıl fing atıyor.

            Geçen gün arabama benzin koymak için benzinciye gittiğimde, her zaman benzin aldığım benzincinin kapalı olduğunu gördüm.  O nedenle bir başka benzinciye gittim benzin almak için.  Gitmiş olduğum benzinci açıktı ve oradaki satıcılardan birine sormuştum.

            “Oğlum bu durum ne?  Bazı benzinciler neden kapalı?  Yine benzin kıtlığı veya benzine zam mı var?” diye sorduğumda, o satıcı eleman bana şöyle demiştir.

            “Bazı benzin satıcıları mevcut döviz kurları nedeniyle zarar ettiklerini iddia ederek, bir günlüğüne stasyonlarını kapattılar.  Yani stoklarını kısmaya çalışıyorlar anlayacağınız” demişti.

            Bazen de şöyle düşünürüm, Kıbrıs Türkü’nün ekonomik yapısını:

            “Kilise ile cami arasına sıkıştırılmış bir halk...”

            Yani dövizle TL arasına sıkıştırılmışlığımız bize bunu yaptırıyor.

            Ne kaderdir ki, Rumlar tek taraflı olarak AB alındılar ve paralarını euro’ya çevirdiler...  Ne kaderdir ki Rumlar döviz bozdurarak güneydeki malı yarı fiyatına bizim taraftan temin ediyorlar.  Haksız mıyım “Cami ile kilise” benzetmesini yapmaya?

            Bir örnek daha vereyim...

            Yine geçen gün bir ayakkabıcıya uğramıştım ayakkabı almak için.  Baktım ki fiyatlarının üzerinde euro var. 

            Kendisine sorum!

            “Bu ne?  Bu euro etiketleri de nerden çıktı?”

            Bana verdiği yanıt da onun haklılığını koyuyor ortaya.

            “Abi, biz bu malı TL olarak alıyoruz, TL olarak satıyoruz.  Lakin dükkana gelen Rum müşterilere bu ayakkabının fiyatının euro olduğunu göstermek zorundayız.  Lakin Türk müşterilerimize daha makul bir fiyat uyguluyoruz, kârımız azalsa da.”

            Dövizin çıldırmasından da yine vatandaş çıldırıyor.  Her ne kadar da döviz sabitlense de, yine de döviz dövizdir.  Dövizle borçlananlar, dövizle araba ve ev alanlar yandı demektir.

            Böyle durumlarda ne ev satıcıları, ne de araba satıcıları sizin gözünüzün yaşına bakmaz.  Basarlar palayı.

            Tabii ki araba veya ev alacak olan kişiler de ceplerine danışarak öyle bir işe girişiyorlar.

            Şimdilik dövizin sesi soluğu bir nebze kesildi gibi.  Lakin ham maddede döviz girdileri değişmiyor bana göre.  Ham madde ithal eden imalatçıların dış ülkelere “durun bakalım, biz dövizi sabitledik” diyecek lüksleri yoktur. İhracatçı ülke, malını ihraç ederken hepten döviz üzerine hazırlıyor faturalarını.

            Velhasıl döviz hem çıldırdı, hem de çıldırttı.  Daha ne diyelim ki...

            Günün kahramanı ne sensin, ne ben, ne de öteki.  Günün kahramanı elbette ki dövizdir.