Kıbrıs Türk toplumunun büyük lideri sevgili Dr. Fazıl Küçük aramızdan ayrılalı tam 35 yıl oldu.  Bu otuz beş yıl nasıl geçti, bir düşünebilir misiniz?  Bir çok insan öldü, bir çok insan doğdu.  Ama hep Dr. Küçük bütün yaptıkları ve idealleri ile yaşadı ve yaşamaya devam etti, ediyor.

            O büyük adamla ömrümün çok büyük bir kesitini geçirirken, zaman zaman anılarımla buluşunca, bazı şeyleri daha unuttuğumu ve sonra yeniden anımsadığımı düşünürüm.  O’nunla geçen günlerimi kitaplaştırıp, tarihe ışık tutarken, “Acaba neyi unutmuşum” diye kendimi sorgulamışımdır.  Lakin vicdanımı teraziye koyduğumda, unuttuklarımla unutamadıklarım çatışırken, unutamadıklarım ağır basıyor ve kitaba yansımış oluyor.  Bir de şu geliyor aklıma...

            Yazılması gerekenlerle yazılmaması gerekenler açısından...

            Hiç şüphe yok ki bir liderin hayatında yazılacak ve yazılmayacak bazı önemli yaşanmışlıklar vardır. O bağlamda olabilecekleri zaten hatıralarında kendisi açıklar ama, kimseyle paylaşmadığı veya paylaşmak istemediği bazı yaşanmışıklar, elbette ki kendisi ile beraber gitti.

            O yazılmayanların yorumları yapılsa da, hiçbir şeyin O’nun anlatısı kadar gerçek olamazdı.

            Dr. Küçük’ün hayatını yeni gençler okuyorlar mı?

            Hep bu soru var aklımda.

            Ben diyorum ki bir halkın var oluş meşalesini yakan bu değerli devlet adamı sevgili Dr. Fazıl Küçük’ün hayatını ve tüm geçmişini, verdiği anlamlı mücadeyi okuması lazım.  Şayet gençler geçmişimizi okumazlar ve bilmezlerse, hep hayatlarında kendi geçmişleri bir sisli bulut gibi kalacak.  Hatta okudukları zaman kendilerine şu soruyu soracaklardır diye düşünüyorum.

            “Bizim geçmişimizde bunlar da mı vardı?  Demek bizler, yeni nesil buralara hiç de kolay gelmemişiz” diyeceklerdir.

            Dr. Küçük tıp adamlığıyla başladığı ulusal dava mücadelesine, önce halka indi, sonra halkı bilinçlendirip uyandırdı ve sonra da Türkiye’yi uyandırma mücadelesi verdi. O mücadelenin bir parçası da elbette ki İngilizlerle verdiği savaştı.

            O uyanış günlerinde kendi kaleminden çıkan yazılr, her gün Halkın Sesi Gazetesi’nin ön sayfasında yayınlanır ve o yazılarla İngilizleri deli divane ederdi.

Öyle zamanları olmuştu ki, İngilizler gazetesini kapatma noktasına gelmişler, onun matbaa kağıtlarına ambargo koymuşlardı.  Bir toplum gazetesiz kalabilir miydi?  Ama o hiç yılmadı.

O’nun için en büyük silah, gazete ve üretilen fikirlerdi.  O kıvılcım gibi fikirlerini her gün gazetesinde kaleme alır, sonra da köy köy gezerek halka o fikirleri enjekte ederdi.

Halkın Sesi, 14 Mart 1942 tarihinde ilk sayısını yayınlamıştır.  O gazetenin çıkma amacı, halkı uyandırmaya yönelikti.  Hatta günlük Halkın Sesi Gazetesi’ni her gün köy otobüsleri ile bütün köylere gönderir, gazeteyi alan köylüler de gece kahvehanede kümelenip, okuma yazma bilen gençlere okutulurdu.

Galatyalı Ali Vehbi Hoca, Dr. Küçük’ün en sevdiği arkadaşlarındandı.  Ona köy otobüsü ile gönderdiği günlük gazetesini hem kendisi okur, hem de onlara davayı anlatırdı.  O da yetmez, köylüğü etrafına toplar, gençlere Halkın Sesi Gazetesi’ni okutur, sonra da  “Milli dava etrafında toplanmalıyız” derdi.  Ali Vehbi Hoca gibi daha nice akıllı ve davaya bağlı insanlar vardı.

Dr. Küçük’ün o idealleri gerçekleşirken, köy yollarına serilen mersin dalları da ona olan sevginin birer nişanesiydi.

Türkiye’yi uyandırmak kolay mıydı o günlerde?

Hemen hemen her ay veya iki ayda bir heyetler oluşup Türkiye’ye gidilir ve Kıbrıs Türkü’nün davası uzun uzun anlatılırdı. 

Hatıralarını kaleme aldığımız o günlerde bana sık sık o günlerin zor olduğundan söz eder ve şöyle derdi:

“Türkiye’yi uyandırmak kolay olmadı.  Her gidişimizde Türkiye’de iktidarlar değişir, yeni iktidarlara meram anlatmak için hayli nefes tüketirdik.  Türkiye’de yapılan ihtilaller de davamızı hayli etkilemişti.”

İşte öylesine bir mücadele sürecinden geçerek sevgili Dr. Fazıl Küçük’ü bu 35. Ölüm yıl dönümünde O’nu anmak, O’nun geçtiği yollarda yürümek ve onunla bir bütünü paylaşmak için yazdım.

Hatta kendisine yine bir mektup yazacağım.  Ve o mektupta şöyle diyeceğim.

“Sevgili Doktor, 35 yıl önce senin bıraktığın gençlik değildir şimdi.  Şimdiki gençlik, bu toplumun anasını ağlatan, ölüm çukurlarına gömen Rumlarla birleşik Kıbrıs hayalleri kuruyorlar.  Ama yine de sen yattığın yerde rahat uyu.  Çünkü senin hayallerini ve ideallerini yaşatan ve yaşatacak olan pek çok yürekli insanlar vardır bu toplumda.”

Kısacası Dr. Küçük’ü gazetedeki köşeme sığdıramadım...