Toplumlar, özellikle de zor dönemlerden geçerken, bireyler varlıklarını koruma ve sürdürebilme adına birbirlerine daha bir sarılırlar. Tehlike ve tehdit ya da riskler, ister ekonomik ister askeri ya da doğal afetlerden kaynaklansın, “hepimiz de aynı gemideyiz” düşüncesi ve bu düşüncenin estirdiği kapsayıcılık rüzgarları, insanların mücadele güçlerini harekete geçiren, dirençlerini artıran bir dinamizm yaratır.
Beraber olma, birlikte olma duyguları zor günlerde daha kolay harekete geçer her toplumda. Hala belleklerdedir, Dünyada Batı ve Doğu blokları diye bilinen, kapitalist ve komünist ülkeler arasındaki soğuk savaşın zirve yaptığı 1980’li yıllarda, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan, Beyaz Saray’da vermiş olduğu bir yemekte şunları da söyler: “ ABD başkanı olarak dünyamızdaki düşmanlıklardan, savaşlardan ve ekonomik zorluklar ve fakirliklerden ben de rahatsızım. Belki dünyamız dıştan gelecek bir tehlike, bir istila altında kalırsa insanlık bir araya gelir ve birleşerek sorunlara daha kolay ve etkli çözümler de bulabliriz.”
Arada, 20. Yüzyılı gerilerde bıraktık ve 21 yüzyıldayız. Zaman ve yıllar su gibi akıp gidiyor. Şu anda ABD devlet başkanı olan Donald Trump, ülkesinin gittikçe artan çok yüksek ithalat giderleri  ve işsizlikle beraber ekonomik  durgunluk ve büyüyememe nedenleriyle, dünyada bir ticaret savaşını hatta savaşlarının fitilini ateşlemiş bulunuyor.
Kanada’da yapılan son G-7 diye de bilinen dünyanın en gelişmiş ülkeler zirvesini hatırlayın. Başkan Trump bir Masanın başında uturur vaziyette çoğu Nato müttefikleri de olan ülkelerin liderleri O’na “yahu bir dur, bizi de dinle” edasıyla birşeyler anlatmaya çalışıyorlar.Trump elleri bağlı patron pozisyonunda, duruşunu koruyarak dinliyor ama, “boşa beklemeyin, kararım ve tavrım değişmez” der gibi.
Trump’ın en büyük isyanı farklı ülkelerde ve de özellikle emek ücretlerinin ucuz olduğu coğrafyalarda üretilen malların, kolayca ABD’ne girmesi ve bu mallara Amerikan tüketicilerin rağbeti nedeniyle milyarlarca doların dışa gitmesi.”Madem ki benim ülkeme bu kadar mal satıyorsunuz, geliniz üretiminizi burada yapınız, benim insanlarıma tüketicileriniz olarak iş sağlayınız” diyor.
Tabii ABD’nin de dış dünya ülkelerine satmakta olduğu miyarlarca dolarlık üretimi var. Ancak belli ki ABD’nın dış ticaret dengeleri pek de leyhine çalışmıyor ve bundan da memnun değil ve tersine çevirmek istiyor.
Trump, dış ticaret partnerlerinin ülkesinin dolar kaybı gailesine aldırış etmediklerini saptadıktan sonrada, başta Çin ve Avrupa Birliği olmak üzere, ithal etmekte olduğu başta demir ve çelik ürünleri ve diğer sanayi ve tarımsal ithalat ürünlerinin gümrük vergilerini bayağı yukarılara yükseltme kararı aldı. Çin ve AB da Amerikan ürünlerinin gümrük vergilerini artıracaklarını hemen deklare ettiler.
Ülkelerin birbirlerine karşı uygulamakta oldukları gümrük vergilerini artırmaya devam edeceklerini düşünün, bu trend sonunda karşılıklı ticaretin neredeyse tamamen durmasınına kadar varabilir. Böyle olunca da insanlar sadece ülke içerisinde yapılan ürünlere ve fiyatlarına razı olmak bunları tüketmek zorunda kalırlar. Hem daha ucuza ve daha da kaliteli alabilecekleri malları daha pahalı tüketmek zorunda kalırlar. 
Böyle bir gelişmeden en fazla zarar edecek olanlar da gelişmekte olan ve geri kalmış ülke ekonomileridir, bu ülkede yaşayan tüketiciler olur. Azalan ihracat azalan döviz ve daha pahalı olan döviz girdilerine neden olur bu da zincirleme olarak ihracatı daraltır. Daralan dış ticaret hacimleri daralan ekonomi, ve ekonomik refahın da daralması ve azalması demektir.
Ekonomistlerin yaptıkları tahminlere göre, Trump’ın yeni gümrük vergisi uygulamaları  dünya ekonomisinin bir triyon dolar daralmasına neden oldu şimdiden.
Peki ama nedir Trump’ın derdi? Ne olabilir? “Ben yeterince büyüyemiyorum, siz de büyümeyin” mi diyor? ABD bir süper güç olarak dünyayı kontrol etme enstrümanlarından olan askeri yöntemlerle beraber, ekonomik araçları da mı kullanmaya karar verdi? Kısa zamanda bu yıl içerisinde bu soruların yanıtlarını açıkça göreceğiz.
Aslında, dünyamıza, Dünya Ticaret Örgütü’nün bilinen düzenlemelerinden tutun, BM’in getirdiği siyasal düzenlemeler çoktan dar gelmeye, yetersiz gelmeye başlamıştır. Kolay olmayacaksa da, yeni siyasal ve ekonomik düzenlemelere gidilmesi, bunun için de uluslararası diyalogların başlatılmasının zamanıdır diye düşünüyorum.
Askeri ve ekonomik güçlerine güvenen ülkelerin, bölgesel savaşlarla, sinsice arka çıktıkları terörizme varan faaliyetleri ile, ülkeleri birbirlerine karşı kışkırtarak, yeni iç savaş projeleri ve sürtüşmelere zemin hazırlama stratejilerinin bir bir çökmekte olduğu önümüzdeki zamanlarda daha net görülecektir.
 Yine de Irak, Libya ve Suriye’de olduğu gibi başka bölgeler ve ülkelerde de savaşlar başlatılabilir. Bu savaştırma ve sürtüştürme, birbirine karşı ülkeleri kullanma stratejileri bunları planlayan devletlere çıkarlar da sağlayabilir. Ancak bunun çıkar bir yol olmadığı ve orta ve uzun vadede bir artı getirmeyeceği de şimdiden bellidir. 
Orta güçteki ve zayıf sayılan ülkelerin bu yaşanacak yeni dönemde, kendi aralarında çatışarak değil her alanda işbirliği yaparak sonunda karlı çıkabilecekleri de tarihsel bir veridir.