Bugün “Dünya Sanat Günü”...

                Bütün sanaatçıların anıldığı veya onurlandırıldığı gün olarak  da yorumlayabiliriz bu anlamlı günü.

                Şayet olaya evrensel anlamda bakarsak, sanatın bütün insanları birleştirdiğini, yakınlaştırdığını ve kucakladığını ifade edebiliriz.

                “Evrensel anlamda” derken, insanın aklına binlerce motif gelir evensel anlamda.  Nasıl ki sanat bütün insanların hayatında var olan ve insan ruhunu besleyen bir unsurdur, acılar da, sevinçler de, ağlamak da, gülmek ve hayal etmek de evrensel özellik taşıyan önemli heyecanlardır, insan hayatında.

                Eski tarih kitaplarımızda yontma taş devrinin duvarlarında pek çok insan ve hayvan figürü bulunduğunu görmüşüzdür.  Bununla beraber tunç devrinde daha da derinleşmiş ve daha da anlam kazanmıştır sanatla insanın bütünlüklü yaratıcılığı.  O devirlerde ne okuma vardı, ne de yazma.  İnsanlar hep ilkel yaşantının esiri olmuşlar ama içlerindeki yaratıclık güdüleri ile var olmuşlar.

                Hemen hemen her ülkede müzeler vardır.  O müzelerdeki eşya ve heykel veya kullanılan eski çağ insanlarının sanat özellikleri belgeler.  Bazı kazılarda eski çağlara ait şahane ziynet eşyaları bulunmuştur.  Destiler, günlük kullandıkları eşyalar veya ilkellik özelliği taşıyan pek çok şey...

                Zaman zaman düşünmüşüz...  Yine insanın yaratıcılığı, bizi teknolojinin doruğuna çıkardı.  Eğlence kültürümüz değişti.  Televizyonlar, digital oyuncaklar, filmler ve daha akla belebilecek bir sürü şey, sanattaki yaratıclık özelliğimizi daha da zenginleştirdi.  O zenginlik, insanlara daha geniş bir yelpazede yaratıcılık özelliği kattı.  Lakin elektriğin ve teknolojinin var olmadığı dönemlerde, mesela Rönesans dönemi, sanırım insanlar daha güzeli yaratmak için kendi aralarında çok büyük bir savaş vermişlerdir.

                Gerçekte yaşantımızın her karesi bir sanat ögesidir.  Odanızın penceresini açtığınızda gördüğünüz manzara, sizin sanatsal özelliğinizle özdeşleşen bir gerçektir.

                İnsan hayatının en renkli sanat akımı, rönesans dönemine denk gelir.  Bu dönemde insanların yaptıkları resimler, heykeller ve yontular, gerçekten muhteşem eserlerdir.  Rönesans’ın en önemli yaratıcıları, hiç şüphe yok ki Leonardo Da Vinci gibi ünlü sanatçılardır.  Bugün geldiğimiz 21’nci yüzyıla kadar ulaşan o muhteşem eserler bize, o dönemin ne kadar büyük sanatçı olduklarını  göstermiştir.  Yine rönesans döneminin duvarlara çizilen ve boyanan freskoların da ne kadar muhteşem olduğunu bize göstermiştir.

                Mimarinin özünde de sanat vardır.  Rönesansla başlayıp gelişen bazilika ve duvarlar, mükemmellik arzeden o muhteşem saraylar ve sütunlar da insanın nefesini donduracak kadar birer şaheserdir.

                Bazı sanat yorumcuları, “Sanatı yozlaştırdılar” diyorlar.

                O bir görüştür.  İster kabul ederesiniz, ister etmezsiniz.  Biraz da kişiye hitabeden bir eser olmayınca, insanlar bir başka gözle bakarlar ve eleştirirler.

                Eski çağların sanatçıları hep aç ölmüşlerdir.  Bütün eserleri asırlar sonra çok büyük değer kazanmış ve öldükten sonra ünlenmişlerdir.

                Van Gogh da onlardan biridir.  Şayet Van Gogh’un hayatını okursanız, onun ne acılar çektiğini ve o acıların altında yatan yaratıcılığını anlayabilirsiniz.

                Sanata sadece resim açısından bakmamak lazım.  Yazın sanatı ve dramatik yazarlıkla bütünleşen sahne sanatları, buna ilaveten operetler ve operalar, baleler ve klasik müzik konserleri, hepten sanatın kareleri gibidir.

                Gelişen dünya değerleri ve teknolojisi ile birlikte yedinci sanat dediğimiz sinema da müthiş bir görsel sanattır.

                Avrupa’da o görkemli binaları görmüşseniz, ki görmüşsünüzdür, şimdiki dönemle o zamanın dönemini de mimari özellikleri ile kıyaslayabilirsiniz.

                Mısır’daki ehramlar ve piramitler de birer sanat eseridir.  Çin Setti, Roma harabeleri, Babil Sarayları, Paris’in ünlü Pisa kulesi ve New York’taki Özggürlük anıtı...

                Her gün üzerinden geçtiğimiz yollar ve köprüler de birer sanat eseridir. Mimarlar bazı mimari yapılar için “anıtlar” diye yorumlarlar.

                Ayakkabı yapımcıları,  tekstilciler, tencere ve kazan yapımcıları da o sanat kervanının yolcularıdırlar, bana göre.

                Zaman zaman Türkiye’nin çeşitli kırsal yörelerine gidip, o yöresel yemekleri yerken, elbette ki çarşı pazarına da uğrar ve yöresel el yapımı şalları, fularları, örtü ve daha nice el emeği malzemeleri de görünce şaşarsınız.  Bakır ve bronz işlemeli minik heykeller de sanatın birer parçasıdır.

                Dah a binlercesini sayabiliriz. Bunları sayarken de, piyasaya düşen bazı dekoratif malzemelerin ucuzluğuna hayret eder ve şu soruyu sorarsınız:

                “İnsan emeği bu kadar mı ucuzdur?”

                Bir yerde sanatla yaratıcılık, insan hayatının ekonomik kapısı haline geldi ve sanatla seri üretim daha bir farklı yorumlandı ve anlam kazandı.

                Sanatı günlerce, haftalar ve aylarca konuşabiliriz.  Sanatsız bir dünya da düşünemiyoruz.  Sanatı ve sanatçıları motive etme, onları onurlandırma adına yapılan etkinlikler çok önemlidir.

                Kısacası sanatsız bir yaşam mümkün değildir.

                Bütün sanaatçıların bu anlamlı günü kutlu olsun.