Çağdaş ülkelerin hangisine bakarsanız bakınız, göreceksiniz orada tiyatronun ne kadar önemli olduğunu.  Hatta sanatın her dalı ile ilgili gelişmiş ülkeler, tiyatroya daha bir başka gözle bakarlar ve tiyatro ile insan ilişkilerini irdelerler.

         Eminim her insanın kafasında şu soru vardır:

         “İnsan hayatında tiyatro nasıl var oldu ve gelişti?  Başlangıcı nedir tiyatronun?”

         Esasında dünyada ilk tiyatronun nerede, nasıl başladığını tam olarak bilen yok.  Körelmiş bir çağ sürecinin basamaklarında kalan o meçhul olgu, yapılan araştırmalarla ve taşlar üstüne kazılan desenlerle ve daha nice dinsel ayinlerle kendini göstermiştir.  Araştırmacılar, özellikle arkeologlar o yontuları incelediklerinde, insanoğlunun sanatla var olma güdülerinin de şekillenmeye başladığını görmüşlerdir.

        Eskiden insanlar “insan olmadan” veya vahşiliğin o vargeçilmezliğinden kurtulmadan bile, kendi güdüleri ile heykeller yapmışlar, dağlara, taşlara, mağara duvarlarına resimler çizmişler ve kendi heyecanlarını dışa yansıtmışlar.

       Hani derler ya “herşeyin bir başlangıcı vardır” diye.  İşte o bağlamda insanlar da eğlence kültürünü kendi yaşam koşullarında var etmişler ve tiyatronun başlangıcının görsellikle var olmasını sağlamışlardır.

       Araştırmacılar, tiyatronun ilkel insanların av dönüşü vurdukları avın çevresinde sevinç ve heyecan sesleri çıkararak dans etmelerinden doğduğunu anlatırlar.  Vurdukları hayvanların derilerini yüzüp tımar eden ilk insanlar, hayvanın baş kısmını da ihtiva eden postu başlarına geçirerek ateş etrafında dönerek, acayip çığlıklar atarak kendi eğlencelerini yaratmışlardır.

       O vahşi insanların böyle bir gösteriyi izlemesi, dansa ayak uydurması ve kahkahalar atması, eski insanların içlerindeki eğlence ihtiyacını da yaratmış oldu.  Zaman içinde ateş etrafında dönen ve acayip sesler çıkaran hatta  taklitler yapanlar ikiye, üçe, beşe çıktı.  Sonra görselliğe anlam katmaya başladılar. İnsanların yaşamları evrimleştikçe de kendi kültürel bağlamdaki değerleri şekil değiştirmeye başladı.  Şarkılar söylenmeye ve cinsellikle dürtüler görselliğe dönüştü.  Hatta o zamanlar kocaman bir erkek cinsel ortanını bir anıt gibi meydanlara dikişleri ve şehvet duyguları ile kendilerini var etmeleri, işte o eğlence kültürünün başlangıcını teşkil eder.

        Bu eğlence anlayışına dinsizliği veya din arayışlarını, şamanizme ekledik mi, çok tanrılı toplumların hem iç, hem de dış kavgalarının, işte o eğlence anlayışıyle kaynaşınca bazı şeylerin renk ve biçim değiştirdiğini anlarız.

        O çağın akışı içinde insanlar çağdaş bir dünyada kendilerini var etmişler ve gerçek insanın gerçek kültürle bütünleşmesini sağlamışlardır.  1948 yılında, ilk kez Uluslararası Tiyatro Enstitüsü kuruldu.  Daha önceleri de tiyatro vardı da, “Dünya Tiyatro Günü”nün kutlanması ve kalıcı olması bağlamında tiyatroya bir kalıcılık ve bir önem verilmesi o tarihte hayat buldu. Bu enstitü 1961 yılında almış olduğu bir kararla, 27 Mart gününü “Dünya Tiyatrolar Günü” olarak kabul etti ve her yıl bu günde bütün dünyada tiyatro günü olarak anılır oldu.

       Değişen dünya değerleri ile beraber tiyatronun gerçek tanımını yapacak olursak, tiyatronun gerçek yaşamın bir parçası olduğunu da anlarız.  Tiyatroda; konusuna göre harekete, konuşmaya, müziğe ve estetiğe önem verilir.  İnsan hayatının gerçekleri “empati” yapılarak insanlara tiyatro eseri ile geri döner.

        Gerçek anlamda tiyatro bir “empati” sanatı değil mi?  Bir tiyatro yazarı bir eser yazar, tiyatro sanatçıları onu sahneye koyar.  O oyundaki oyun kişilerinin yazarın anlatmak istediği biçim içinde o rolün kişiliğine bürünmesi ve verilmek istenen mesajın o “empati” yolu ile verilmesi çok önemlidir.  Bir yerde tiyatro, toplumsal olumsuzlukların eleştirilmesi ve doğrunun bulunması için yaratılan görsel bir sanattır.

        Tiyatro oyunculuğu da, tiyatro yazarlığı da özel eğitim gerektiren bir sanat dalıdır.  Tiyatro çağdaş tiyatro anlayışına göre, yazarların dram, komedi, trajedi türünde yazdıkları eserlerin sahnede oynanması sanatıdır.

       Bugün Türkiye ne kadar aşmıştır kendini.  Hemen hemen bütün illerde pek çok tiyatro kuruluşu ve kurumu vardır.  Kıbrıs Türkü de o zor yıllardan geçerek buralara kadar gelmiştir. 

        Mesela Yakın Doğu Üniversitesi’nin Sahne Sanatları Fakültesi’nin oyunculuk ve dramatik yazarlık diye iki bölümü vardır.  Bu bölümlerde hem oyuncu, hem de yazar getişiyor.  Yani Kıbrıs Türkü kendi sanatçılarını akademik yönü ile var etmiş oluyor.

         Tiyatronun derinliklerine gidecek olursak, herhalde sayfalarımız ve gazete sütunlarımız sığmaz.  O nedenle bu anlamlı günde tiyatronun insan hayatındaki önemine bir kez daha vurgu yapmak istedim.

          “Dünya Tiyatrolar Günü” bütün tiyatro sanatçılarına, yazar ve yönetmenlerine kutlu olsun, diyorum.