ABD’de Trump döneminin başlamasıyla, inşa edilmeye başlayan yeni “Amerikan rüyası”nın özünde süper bencillik vardır. Amerikan devleti, dünayaya bakışını temelinden değiştirerek, “her şey bizim için, bize göre, bizim çıkarlarımıza göre olacak”  politikalarını uygulamaya koydu. Bu politikalar içerisinde tüm dünya da, Trumph’ın en yakın müttefiklerini nasıl azarlamaktan öte aşağıladığını, tek bir fotoğraf karesinde gördü. Bir resim bin söze bedeldir kabilinden.
ABD sadece kendi ama kendi çıkarları için “Nato’yu da geç”, dünya ticaret örgütünü de geç, stratejik müttefikleri de geç, diyebiliyor politika satranç tahtasında.
Başkan Trump gözü karardığı veya karartıldığı zamanlara çektiği tweetlerle bile, birçok ülkede milyonlarca insanın yaşamını etkileyecek finansal zelzelelere sebep olabiliyor. Ama bunların hiçbirisi O’nun için önemli değildir. Varsa da yoksa da ABD’nin çıkarları ve bu çıkarların ileriye götürülmesi.
Amerikan hür demokrasisindeki liberal ekonomik uygulamaların bireysel yarışmacı bir sistemi acımasız dayattığı zaten bilinmektedir. Şimdi aşırı bireyci Amerikan toplumunun küresel ölçekte uyguladığı  “önce Amerika” bencilliği var.
Trump bu politikalarını savunmak için neredeyse dünyadaki her devletin her insanının bir şekilde Amerikadan faydalandığını  söyleyerek, “bu asalakları ABD’nin sırtından atma zamanı geldiğini” dünyaya ilan etmektedir.
Tabi süper bir devletin bu yeni ruh hali dünyayı derinden etkilemeye başlamıştır. Soğuk savaş döneminden sonra, iki kutuplu bir dünyadan tek kutuplu bir dünyaya terfi eden küresel dünya siyasası, şimdilerde çok kutuplu, çok merkezli siyasalar üretmektedir. Ülkeler farklı konularda farklı ittifaklar içerisinde olabilmekte, farklı cephelerde dostluklar ve karşıtlıklar yaşanmaktadır.
Şimdiye kadar çizmeye çalıştığım genel tablo böyle. İşte bu bayağı azıtmış devletsel ya da ülkesel bencillik temeline dayanan ilişkiler yumağında, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşamakta olan bizlerin ahvalini iyice analiz etmekte yarar vardır. Vardır çünkü ancak halimize şöyle derinlerden bir bakarak önümüzü aydınlatabileceğimize inanıyorum.
Tarihsel bir gerçektir ki, son yarım yüzyıldan fazla bir dönem içerisinde Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları hatta bir noktada yaşamak zorunda kaldıkları “zorluk yılları” da, “bolluk yılları” da hep krizli ve sorunlu hatta anormal olmuştur.
Toplum olarak neredeyse tamamen yok olmanın eşiğine kadar gelen Kıbrıslı Türkler, 1974’den sonra rüyasında bile göremeyeceği ekonomik kaynaklarla yüz yüze gelmiştir. Kıbrıs sorunun inişleri ve çıkışları içerisinde, özellikle Annan Planı öncesi ve sonrasında  toprak rantlarından elde edilen gelirle, toplumun tümüne adil olarak dağılmasa da birçok kesimlerde olağanüstü refah artışına neden olmuştur.
Kuzey Kıbrıs’taki üniversite ve turizm olaylarından da ülkemize hatırı sayılır gelirler akmış bu gelirlerle, fiziki olarak da görülen kalkınma sağlanmış, binlerce insanımızı  da zenginliğin ve lüksün zirvelerine taşımıştır.
Haaaa..Devletimiz bu kazançlardan ne kadar vergi toplayabildi, elde edilen varlıklardan kamu bütçelerine ne kadar para akıtılabildi? Hala pek de cevap verilemeyen sorular.
Bir gerçektir ki özellikle 1980’li yıllarda Özal iktidarıyla başlayan liberal ekonomi uygulamaları felsefe olarak da en hızlı biçimde buralara da taşındı. Yeni bireycilik akımı, bireylerin desteklenerek yeniden dizayn edilen siyasal ve ekonomik yaşam sonunda yolunu buldu. Buradaki vatandaşlar da “ benim vatandaşım işini bilir,yolunu bulur” moduna intibak etmede kusur etmediler.
O 1980’li günlerden şimdilere kadar geldik. Nasıl geldik derseniz, düşe kalka geldik derim. Ama geldik. Bu geçen yıllar içerisinde bayağı enflasyonlarla devalüasyonlarla çalkalandık durduk. Yıl 2018 ama hala durulamadık. Durulamadık ama maşallahları var..Bu topraklarda kazananlar da bayağı “kazandılar”, mal-mülk, villa, para, nüfuz ve güç sahibi oldular. Helalinden kazananlara helal olsun diyorum. Geçelim bunu.
Dün Başbakan Tufan Erhürman’ın Angara dönüşü yaptığı açıklamada “tünelin ucunda ışık yok, ya da görünmedi “ demiş olması beni derinden düşündürdü. Neden ışık yok diye düşündüm.
Işık toplumun kendisindedir aslanım. Ama toplum olma özeliğini kaybetmemiş toplumlarda. Kendi kedini bilen ve adil olarak vergilendiren toplumların ışığı ebedi sönmez, en uzun ve karanlık tünellerde bile ışıksız kalmaz.
Bu toplum 11 yıllık getto hayatında bile ışıksız kalmadı. Şimdi ile kıyaslanmayacak kadar zorluklar ve sorunlar içerisinden geçerek 21. Yüzyılı gördü.
Şu sıralarda yaşamakta olduğumuz sorular katiyen küçümsenemez. Ancak aşılamaz değildir. Yıllardır söylenen ama yapılamayan yeniden yapılanmanın da hayata geçirilme zamanıdır.
Yıllardır beynimizi tırtıklayan, yiyip bitiren bireyci anlayışlardan toplumcu anlayışlara geçebilmek kolay olmayacaksa da, Kıbrıs Türk Toplumu’na dinamik bir anlam katabilme yolları her zaman açıktır.
Özetleyelim. Elektriğe zammı konuşuyoruz. Güneş yağan ülkemizde nasıl olur da hala enerji fakiri oluyoruz? Almanya’ya metrekareye düşen güneş enerjisi miktarı bizdekinin yetmişte biri. Ama Almanya güneş  ışığından enerji üretiminde dünyada birinci. Bu alanda hızlı adımları ne zaman atacağız.
Üniversitelerimizin de işbirliğiyle devletin yönlendiriciliği ve katkısıyla özellikle göreceli üstün olacağımız alanlarda teknolojiler ve yazılımlar üretebilmek “üstün insan olmayı “ mı gerektiriyor.
Toplum olarak kendi ışığımızla tünel değil tüneller geçeriz. Ama toplum olarak. Bunun dışında tünelin ucunda ışık beklemek boşunadır. Eee “Anavatan verecek” tabii ki verecek de Haçanabir. Ya toplumuz ya değiliz. Toplumsak ümitsizliğe yer yoktur. Işık da her zaman vardır.